TASVİR
Bir şeye sûret vermek, şekillendirmek. Kelime olarak sa-ve-ra kökünden tef’îl kalıbında mastardır.
Rahimlerde dilediği gibi sizi şekillendiren O’dur” (Âl-i İmrân, 3/6) ayetinde anlatılan tasvir budur.
Resim, fotoğraf, kabartma, heykel gibi şeyler hüküm itibarıyla tasvir grubuna girerler. Alimler, İslâmın tasvir hakkındaki hükmünü ortaya koyabilmek için tasvire konul olan sûret(şekil)leri ikiye ayırmışlardır.
1- Boyutları olan ve alçı, mermer, madenler ve taşlardan yapılan şekiller. Bunlara timsâl veya mücessem şekiller adı verilir. İmam Kurtubî bunu şöyle açıklar: “Temâsîl, timsâl kelimesinin çoğuludur. Bu ise, hayvan veya başka varlıkların benzerini oluşturmak için yapılan her şekildir, camdan, bakırdan ve mermerden yapılan sûretlerdir. Söylendiğine göre peygamberlerin ve âlimlerin şekilleri yapılmış, halkın ibadete düşkünlüğü ve gayreti artsın diye bunlar ibadethanelere asılmıştır… Resulullah (s.a.s)’in bunu yasakladığı, bunu yapan ve edinenlerin azabla korkutulduğuyla ilgili haberler sahihtir. Cenab-ı Hak bu konuda daha önceki ümmetlere verdiği ruhsatı neshetmiştir.
Bunun hikmetine gelince, Resulullah (s.a.s) peygamber olarak gönderildiğinde putlara (sûretlere) tapılıyordu. Bu konuda tutulacak en iyi yol, kaldırılmasıydı ve öyle yapıldı” (Kurtub, el-Câmî, XIV, 272).
2- Boyutları olmayan ve kağıt üzerine, duvarlara çizilen, halı ve kumaşa dokunan resimler bu türdendir.
Boyutları olan sûretlerin İslâm’da hükmü:
Heykel yapımı için sert maddeleri yontma işi İslâm’dan önce de vardı. Bunlar daha çok put olarak tapılan şeylerdi. Bunlar Arabistan’a Şam taraflarından Amr b. Luhay tarafından getirilmişti. Resulullah (s.a.s), Mekke’yi fethettiği zaman elindeki kamçı ile işaret ederek ve,
De ki: Hak geldi, bâtıl zâil oldu; zaten bâtıl yok olmaya mahkumdur” (el-İsrâ, 17/81) ayetini okuyarak bunların kırılmasını emretmiştir.
Heykelin İslâm âleminde yapılmasına Emevîler devrinde başlanmış, Abbasîler devrinde devam edilmiştir. Ama bu, gayri islâmi medeniyetlere nisbeten çok cüz’î kalmıştır. Yapılanlar da genellikle idarecilerin saray ve köşklerini süslemek için kullanılmıştır. Meselâ Abbasî hükümdarı Mansûr’un Hîcrî 329’da yıkılan Kubbetü’s-Sahrâ isimli sarayı bunlardan birisidir. Mütevekkil’in Kasru’l-Burc’u, İbn Tulun’un Kasr’ı, Zahir Baybars Köprüsü heykel veya oyma resimlerin kullanıldığı yerlerdir.
Zamanla bu sanat kolu yaygınlaşmıştır. Ama İslâm’ın bir konudaki hükmü değişmemiştir. Çünkü bir şeyin Müslümanlar arasında yaygınlaşması, onun helâl veya mübah olmasını gerektirmez. Müslümanların durumu başka şey, Şer’î hükümler daha başka şeydir.
İslâm’da heykelciliğin haram olduğuna dair hükümler gayet açıktır:
“Ey iman edenler; şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), şans okları şeytan isi birer pisliktir. Bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz” (el-Mâide, 5/90)
“Bir zamanlar İbrahim şöyle demişti: Rabbim; bu şehri güvenli kıl, beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak tut. Rabbim, çünkü onlar, insanlardan bir çoğunu şaşırttılar” (İbrahim, 14/35-36).
İbrahim babasına ve kavmine demişti ki: “Sizin su karşısında durup taptığınız heykeller nedir? “Babalarımızı onlara tapar bulduk” dediler. “Doğrusu siz de, babalarınız da açık bir sapıklık içine düşmüşsünüz” dedi.” (el-Enbiya, 21/42-44) .
İbrahim babası Âzer’e demişti ki: “Sen putları tanrı mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde görüyorum.” (el-En’am, 6/74).
Mekke fethinde Resulullah (s.a.s) İsra sûresi 81. ayetini okuyarak putları kırmıştır.
“Dediler ki: “Tanrılarınızı bırakmayın; ne Vedd’i, ne Suva’ı, ne de, Yeğûs’u, Yeûk’u ve Nesr’i terketmeyin.” Böylece onlar, birçok kimseyi yoldan çıkardılar. Sen de o zalimlere şaşkınlıktan başka bir şey artırma” (Nûh, 71/23-24).
İmam Kurtubî ayette sayılan isimlerin salih kimselere ait olduğunu, kavimlerinin onların hatırasını anmak için heykellerini yaptıklarını, zamanla bu saygının tapınmaya dönüştüğünü, yazar (Kurtubî, el-Câmî’li Ahkâmi’l-Kur’an, XVIII, 308; İbn Kayyim el-Cevziyye, İğasetü’l-Lehfân fi Mekâyidî ‘ş-Şeytan, II, 200).
Cahiliye Arabları bir şeylere tapınmak için bahane ararlardı. Zâtu Evsât denilen büyük, yeşil bir ağaç vardı. Ona silahlarını asarlar, yılın bir gününde de ona saygılarını sunarlardı. Resulullah (s.a.s) Huneyn’de iken bir grup bedevî gelerek “Ey Allah’ın Resulu onların Zâtü Evsât’ı gibi bize de bir Zâtü Evsât bul” dediler. Resulullah (s.a.s) Allahü Ekber! Canım kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki İsrailoğullarının Hz. Musa’ya, Ey Musa bunların nasıl tanrıları varsa, bize de öyle bir tanrı yap” (el-A’râf, 7/138) demeleri gibi konuştunuz. Siz cahil bir topluluksunuz. Sizden öncekilerin gidişatına aynen uyacaksınız. Onlar tarla faresinin deliğine girse, siz de gireceksiniz” buyurdu” (Kurtubî, el-Câmi’, VII, 273).
Aşağıdaki hadîs-i şerifler de heykel yapmanın haramlığına delâlet etmektedir:
İbn Abbas (r.a) den: “Ebu Talha’nın Resulullah (s.a.s)’den dinlediği şu hadisi ben de ondan dinledim:
“Melekler, içinde köpek ve heykel (put) olan eve girmezler” (Nevevî, Müslim Şerhi, Xll, 84).
Kudsî bir hadiste Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
“Benim yarattığım gibi yaratma yoluna girmeye kalkışandan daha zalim kim vardır. Şu halde onlar, haydi bir zerre yaratsınlar, bir tane yaratsınlar, bu arpa yaratsınlar” (Nevevî, Müslim Şerhi, XII, 90).
İslâm heykel edinmeyi yasakladığı gibi, gayri müslimler için yapsa bile, onun sanatıyla uğraşmayı da haram kılmıştır. Abdullah b. Ömer, Nâfi’ye Resulullah (s.a.s)’in şöyle buyurduğunu haber vermiştir:
“Şu suretleri yapanlar, kıyamet gününde azab görecekler ve onlara: Yarattığınız bu suretlere hayat verin ” denecek” (İbn Hacer, Fethu’l-Bârî Şerhi Sahihi ‘I-Buharî, Xll, 508) .
Said b. Ebû’l-Hasen’den: “Bir adam Abdullah b. Abbas’a gelerek, “Ben su suretleri yapan (geçimini bundan sağlayan) birisiyim. Bunlar konusunda bana fetva ver.” dedi. İbn Abbas, “Bana yaklaş” dedi. Adam ona yaklaştı. Sonra, “Bana yaklaş” dedi. Adam ona yaklaştı, ta ki İbn Abbas elini onun başı üzerine koydu ve, “Resulullah (s.a.s)’den işittiğimi sana haber vereceğim; O şöyle buyurdu: “Her resim yapan cehennemdedir. Onun yaptığı her resme bir can verilir ve bu, kendini yapana cehennemde azabeder. ” Sen mutlaka bunu yapmak zorunda isen, ağaç veya cansız şeylerin resmini yap” dedi” (Nevev, Şerhi Sahihi Müslim, XII, 93).
Haram Kılınışının Hikmetleri:
İslâm, içine hiçbir şüphenin karışmadığı tevhid dinidir. Bu dinin en önde gelen özelliği, Allah’ı birleyen ve O’nu kendisine layık olmayan her şeyden tenzih eden bir ulûhiyet akidesine sahip olmasıdır. Bunun için İslâm, şarktan veya garptan gelen cahilî, batıl inanç ve düşüncelerle ilgiyi kesmiştir (Seyyid Kutub, Hasaisu’t-Tasavvuri’lİslâmi, s. 37).
İslâm resim (sûret) yapımını, zamanla bunlara tapınılabileceği için yasaklamıştır. Nitekim Nûh sûresi, 2i ve 24. âyetlerinde sayılan put isimlerinin salih kişilere ait olduğunu, onların ölümünden sonra sırf hatıralarını yâdetmek için heykellerinin yapıldığını, ancak bu yâdetme isteğinin zamanla tapınmaya dönüştüğünü görüyoruz. Bunun için yapanın niyetine değil, işin sonucuna ve semeresine bakılır, denmiştir. Bu sonuca göre iyi veya kötü hükmü verilir. Buna bağlı olarak yapılan işe vasıtalık eden şey de sonucun hükmüne göre değerlendirilir. Yani sonucun hükmü haram ise, ona vasıta olan şey de haramdır. Sonuç mübah ise, sebebi de mübahtır. Dolayısıyla tevhidi zedeleyen ve şirke, putperestliğe götüren sebep ve vasıtalar da yasaklanmıştır. Heykelcilikte bu tehlike devamlı vardır.
Burada suretlerin haram kılınışının illeti, onlara tapınılmasıdır. Bu gün, bu illet ortadan kalkmıştır. Bir müslümanın bir surete tapması düşünülemez. Medeniyet çağının insanı bu hataya düşmez, denilebilir. Ancak İslam, putu haram kılarken, bunu bir zaman ve mekânda sınırlamamıştır. Ayrıca yeryüzünün bir çok yerinde hâlâ putlara tapılmaktadır. Hindistan’da hâlâ, bir çok heykel yanında ineğe de tapılmaktadır. Bunun için kanlı mücadeleler verilmektedir. Yâni asırların ve medeniyetin ilerlemesiyle bu konuda değişen pek bir şey olmamıştır. Bir çok büyük dinin salikleri selim aklın kabul etmeyeceği bir çok şeyi, din diye kabul edip benimsemektedir. Filipinler’de bir çok devlet görevlisinin, hatta bakanların ve yüksek rütbeli askerlerin yılana ibadet törenlerine katılıp görevlerini ihmal ettikleri şikâyet konusu olmaktadır. Bu gayri makul dine tabi olanların bunu sürdürürken düşünmek, akıl terazisine vurmak ihtiyacını duymadıkları gözlenmektedir. Hak veya batıl bütün dinlerde kötülenen bir varlık olan şeytana tapınma ayinleri düzenleyen “Şeytanın Dostları” isimli yüksek sosyeteye mensup grupların var oluşu, bu konudaki tehlikenin insan için her zaman var olduğunun en güzel delilidir.
Bu konuda puta tapınmanın, sadece onun karşısında yerlere kadar eğilmekten ibaret olmadığını da unutmamak gerekir.
Çocuk Oyuncakları
Fukaha, çocuklar için yapılan insan ve hayvan şeklindeki oyuncaklara cevaz vermişlerdir. İmam Kurtubî şöyle der:
“Heykel, mücessem insan ve hayvan figürlerinin haram kılınmasından bir istisna vardır. O da çocukların oynadığı oyuncaklardır. Çünkü bu konuda Hz. Âîşe’den rivayet edilen şu hadis-i şerif vardır:
“Resulullah (s.a.s) Tebük veya Hayber gazvesinden döndü. Evin dolap yerinde perde vardı. Bu esnada rüzgar esti ve Âîşe’nin oyuncak bebeklerinin bulunduğu bölümü açtı. Resulullah (s.a.s) “Bu nedir, ey Âîşe?” diye sordu. Âîşe, “Benim kızlarım” cevabını verdi. Oyuncakların arasında deriden iki kanadı bulunan bir ad vardı. Resulullah (s.a.s) “Oyuncakların ortasında gördüğüm şu şey nedir?” diye sordu.
Âîşe, “iki kanat” dedi. Resulullah, “İki kanatlı at olur mu?” dedi. Aişe, “Hz. Süleyman’ın çok kanatlı atlarının olduğunu duymadın mı?” cevabını verdi.
Hz.Âîşe der ki: “Resulullah (s.a.s) bu cevap üzerine dişleri görünecek kadar tebessüm etti” (Ebû Davûd, Edeb, 54).
“el-Umûr bimekasıdıha” genel kaidesine bağlı olarak bazı ilim dallarında kullanılan boyutlu suretlere cevaz verilmiştir. Meselâ tıp ilminde vücudun teferruatlı olarak tanınması gerekir. Bunun içinde boyutlu ve vücudun iç organlarını gösterin iskeletlere veya insan sûretlerine ihtiyaç vardır. Bilhassa operatör bir hekimin sahasında başarılı olabilmesi için insan vücudunu iyi tanımasına ihtiyaç vardır.
Bir veterinerin de hayvan vücudunu tanıması gerekir. Bir biyoloji bilgini de aynı ihtiyacı duyar. Bunlarda mücessem canlı sûretlerinin kullanılması zaruretten dolayı mübahtır, caizdir.
Boyutsuz (gayri mücessem) suretler (Resim ve fotoğraf)
Bu konudaki görüşleri şu maddeler içinde toplamak mümkündür:
1- Bitkiler, deniz manzaraları, tabiat manzaraları gibi cansız cisimlerin resimlerini yapmak ulemanın icmaı ile mübahtır.
2- Tapılan canlının resmini yapmak da ulemanın ittifakı ile haramdır. Meselâ Budistlerin tapındığı Buda’nın resmini tapılsın diye yapan kimse kâfirdir, küfür ve sapıklığın yayıcısıdır. Bu gibi kişiler hakkında Resulullah (s.a.s) “Kıyamet gününde insanların azab bakımından en şiddetlisi tasvir yapanlardır.” buyurmuşlardır.
İmam Taberî de bunu şu şekilde açıklamaktadır: Bu hadis-i şerifteki tasvirciden kasıt, ibadet edilen bir şeyin resmini yapan, bu fiili bilerek ve kasıtlı olarak işleyendir. O bu fiili ile kâfir kabul edilir. Bu kasdı taşımayan ise isyankâr kabul edilir (Y. El-Kardavî, el-Halâl ve’l-Haram fi’l-İslâm, 104).
3- Resmi yapan bununla Allah’ın yaratışına benzetmek veya Allah’la yaratma yarışına girmeye çalışmak gibi bir kasıt güderse, tevhid akidesinden çıkar. İşte bunlar ve bunlara benzeyenler hakkında, “İnsanlar içerisinde azabı en şiddetli olanlar, Allah’ın yaratmasına benzer yaratma yarışına gidenlerdir.” (Buharî, Libâs, 91; Nesâî, Zînet, 112; Ahmed İbn Hanbel, 111, 36) hadis-i şerifi varid olmuştur.
4- İhtilâfsız olarak haram çerçevesine giren sûretler, tabilerinin dinî yönden mukaddes kabul ettikleri, dünyevî yönden ululadıkları tasvirlerdir. Bunlardan birinci gruptakiler peygamberlere, meleklere, salih kişilere ve evliyaya atfedilen resimlerdir. Mesela Hz. İbrahim’in, Hz. Musa’nın, Hz. İsa’nın, Cebrail’in, Hz. Ali’nin resimleri bu kabildendir. Bu çeşit resimler, ehl-i kitabda ve Müslümanlardan Şîa’da çoktur.
İkinci gruptakiler ise ululanan ve bir nevi takdis edilen kralların, sultanların, kumandanların, din adamlarının, sanatkârların, hangi sahada olursa olsun meşhur olmuş şahısların tasvirleridir. Bunlar ya gününde resmî otoritenin baskıyla veya zaman aşımıyla dinî hüviyet kazanarak takdis edilirler. Müslim’in Sahih’inde Ebû’d-Duha’dan şöyle bir rivâyet vardır: “Mesrûk’la birlikte içinde heykeler bulunan bir evde idik. Mesrûk bana: “Bunlar Kisra’nın heykelleri mi? diye sordu. “Hayır, bunlar Meryem’in heykelleridir” dedim (Ahmed İbn Hanbel, 1, 375)
5- Takdis kastı güdülmemek ve Allah’ın yaratmasına benzer bir şey yaratma iddiasında bulunmamak suretiyle yapılan ağaç, güneş, ay, nebatlar, tabiat manzaraları ve diğer cansızların resimlerini yapmak mubahtır.
Boyutsuz resimleri mübah görenlerin dayandıkları deliller:
Ebû Talha (r.a)’den: Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “İçinde resim (sûret) olan eve melekler girmez. “
Hadisin ravilerinden Büsr dedi ki: “Zeyd b. Halid hastalandı. Ziyaretine gittik. Gördük ki, kapısında resimli bir perde var. Resulullah (s.a.s)’ın zevcesi Meynûne (r.anha)’nın üvey oğlu Ubeydullah el-Havlânî’ye: “Zeyd sana bir gün önce resimler hakkındaki hadisi haber vermedi mi?” diye sordum. “Onun “Ancak elbise ve örtüdeki nakış ve resimler müstesnadır” dediğini işitmedin mi?” cevabını verdi (Buhar, Libas, 92).
Ebû Talha el-Ensarî’den: Ebû Talha: Resulullah (s.a.s)’in “Melekler, içinde köpek ve resim bulunan eve girmez” buyurduğunu işitim, dedi.
Zeyd b. Hâlid el-Cühenî dedi ki: Hz. Âîşe’nin yanına geldim ve; şu (Ebû Talha) Resulullah (s.a.s)’nin “Melekler, içinde köpek ve resim bulunan eve girmez” buyurduğunu haber veriyor. Resulullah (s.a.s)’in bunu söylediğini işitin mi? dedim. “Hayır, yalnız ne yaptığımı sana haber vereyim. Bir gazasına çıktığını gördüm. Resimli bir örtü alıp kapıya örttüm. Resulullah gazadan dönüp perdeyi görünce yüzünde hoşnutsuzluk alâmetleri gördüm. Hemen perdeyi çekip yırttı ve “Allah bize, taşları ve çamurları giydirmemizi emretmedi” buyurdu. Hz. Âîşe devamla dedi ki: “Biz o perdeden iki yastık yaptık. Ben içlerini hurma lifiyle doldurdum. Benim bu yaptığımı ayıplamadı” (Nevevî, Müslim Şerhi, XVI, 86).
İmam Nevevî hadisin şerhinde şu açıklamayı yapar: “Bu hadiste haramlığı gerektirecek bir ifade yoktur. “Allah bize, taşları ve çamurları giydirmemizi emretmedi” ifadesi bunun ne vacip, ne mendub, ne de haram olmadığını gerektirir.”
Âîşe (r.anha)’dan: “Üzerinde kuş resimleri olan perdemiz vardı. Eve girenin hemen karşısında görünüyordu. Resulullah (s.a.s) bana, “Bunun yerini değiştir, çünkü eve her girdiğimde onu görüp dünyayı hatırlıyorum” buyurdu. “
Hadisin diğer bir rivayetinde Hz. Âîşe: “Resulullah (s.a.s) bize onu kesmemizi emretmedi” diyor (Nevevî, Müslim Şerhi, XVI, 187).
Ulemadan bir kısmı bu hadis hakkında şöyle derler: “Bu hadisin hükmüyle amel edilir. Çünkü Resulullah (s.a.s) Hz. Âîşe’ye onu parçalamasını emretmedi. Eve girerken karşısına gelen yerden onu kaldırıp başka yere asmasını emretti. Onun hoşlanmadığı nokta, eve girişinde dünyayı ve dünyanın süsünü kendisine hatırlatacak eşyayı görmesidir. Özellikle Resulullah (s.a.s) hemen hemen bütün sünnet ve nafile namazlarını evde kılıyordu. Bu çeşit resimli örtü ve perdeler kalbin huşuuna ve Allah’a yönelip kâmil bir şekilde O’na niyazda bulunmaya engel oluyordu” (Y. Kardav, el-Halâl ve’l-Harâm fi’l-İslâm, 108).
Enes (r.a)’den “Hz. Âîşe’nin nakışlı ve resimli bir perdesi vardı. Onunla evin bir tarafını örterdi. Resulullah (s.a.s) ona “Onu benden uzaklaştır. Çünkü resimler, devamlı olarak namazımda bana görünüyor” buyurdu” (Buharî, Salât, 15, Libas, 93; İbn Hanbel, 3, 151, 283).
Abdurrahman b. el-Kasım’dan: “Kasım’ın Âîşe (r.anha)’dan şu hadisi rivayet ettiğini işittim: Âîşe’nin üzerinde resimler olan bir örtüsü vardı. Bu örtü, sergi olarak sofaya kadar uzatılmıştı. Resulullah (s.a.s) ona doğru namaz kılıyordu. Âîşe’ye “Onu benden uzaklaştır” buyurdu.
Hz. Âîşe dedi ki: “Onu uzaklaştırdım ve ondan yastıklar yaptım. Resulullah (s.a.s) bu yastıklara dayanırdı” (Nevevî, Müslim Şerhi, XIV, 89).
Ulemanın Görüşleri
Hanefî ulemasından İmam Tahavî şöyle der: “Şâri’ Teâlâ önce bütün sûretleri, nakış da olsalar, yasaklamıştır. Çünkü o günün insanı sûretlere, tasvirlere tapmayı daha yeni bırakmıştı. Bunun için toptan hepsini yasakladı. Sonra bu yasaklaması kesinleşip kararlaşınca, üzerinde resimli nakışlar bulunan kumaştan, zarûret halinde sergi edinilmesini mübah kıldı. Çünkü değersizleştirilen şeye cahilin bile saygı duyamayacağına güvendi. Bu durumda yasak, değerli tutulan şeylerde geçerli oldu” (Seyyid Sâbık, Fıkhü’s-Sünne, III, 503).
Malikî fakihlerinden İbnü’l-Arabî ise meseleye şöyle yaklaşır: “Resim ve tasvir edinme konusunun özeti: Bu eğer mücessem (boyutlu) cinsten olursa, icma ile haramdır. Eğer boyutsuz ise dört çeşit hükmü vardır:
“a- Ancak örtüdeki nakışlı resimler müstesna” hadisin zahirine göre mutlak caizdir.
“b- Nakışlı resim bile olsa mutlak haramdır.
“c- Eğer sûret nakışsız ise haram, kafası koparılmış veya organları parçalanıp asıl vücuttan ayrılmış ise caizdir. Geçerli olan görüş de budur.
“d- Yerlere serilerek veya başka şekilde değer verilmeyecek yerde kullanılırsa caiz, duvara veya yükseğe asılıp değer verilirse caiz değildir” (İbn Hacer, Fethu’l-Bârı, XII, 515)
İmamü’l-Harameyn, gölgeli (boyutlu) olmayan sûretler, sergi ve yastık gibi şeylerin üzerindeyse caiz olacağını, çatı ve duvar üzerindeyse caiz olmayacağını söyler. Bundaki anlam şudur: Yüksek yerlere konuluyorsa değeri yükseltiliyor demektir. Ama sergi üzerinde bulunursa, bu, değerini düşürmek kabul edilir (İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, XII, 511)
Yusûf el-Kardavî şöyle demiştir: “Bunun dışındaki sûretler ve levhalar, bitkiler, ağaçlar, denizler, gemiler, dağlar, güneş, ay, yıldızlar ve diğer tabiat manzaraları gibi cansızları yapana, edinene günah yoktur. Bu tartışmasız bir hükümdür.
Sûret canlıya ait olur, yukarıda geçen sakıncalar, yani mukaddes sayılmak, ululanmak gibi bir durum olmaz, Allah’ın yaratmasına benzer bir yapım kastı da bulunmazsa, buna da haramdır, denilmez.
Ama levhalara resmedilen, halılara, duvarlara ve elbiselere dokunan, nakşedilen resimlere gelince, bunlar hakkında haram olduğuna delâlet eden sahih, açık ve tartışmasız nas yoktur.
Resulullah (s.a.s)’in bir çeşit tasvirlere karşı hoşnutsuzluk gösterdiğini ifade eden hadisler vardır. Çünkü bunda sorumsuz kişilere ve basit menfaatlere aşırı bağlı kişilere benzeme vardır” (Y. Kardavî, el-Halâl ve’l Haram fi’l-İslâm, 106)
Eski Mısır müftüsü Muhammed Baht el-Mut “el-Cevabü’ş-Şâfi’fi İbahati’t- Tasviri’l-Fotografi” isimli bir kitab yayınlamış ve fotoğrafın hükmünün de boyutsuz resim gibi olduğunu beyan etmiştir.
Bu konuda dikkat edilecek en önemli nokta, İslâm akaid ve âdâbına muhalif olup olmamaktır. Çıplak kadın resimleri, kadınlık mahremiyetini açığa koyan resimleri, şehveti tahrik eden resimleri yapmak bu kabildendir. Nitekim bazı kitap, dergi, gazete ve sinema filmlerinde bu açıkça görülmektedir. Bunların haram olduğunda; imalatının, insanlar arasında yayılmasının, evlerde, bürolarda bulundurulmasının, basılmasının, duvarlara asılmasının, kasıtlı olarak seyredilmesinin haram olduğunda da şüphe yoktur” (Kardavî, el-Halâl ve Haram fi’l-İslâm, 113).
Zalimler, fasıklar, dinsizlere ait resim ve heykeller de böyledir. Putperestliğin şiarını yaşatan her resim de böyledir. Resulullah (s.a.s) dönemindeki resim ve heykellerin çogu bu kabildendir. Bunun için Resulullah (s.a.s) Mekke’yi fethettiği zaman Mescid-i Haram’ın içine girdi. Orada bazı resimler görünce, silinmelerini emretti. Bunlar Mekke’deki putperestliği besleyen sapıklığa kaynaklık ediyorlardı.
Konuyla ilgisi açısından göz önünde bulundurulacak önemli noktalardan birisi de şudur:
Resulullah (s.a.s) cahiliye dönemine ait Arab paralarının kullanılmasına müsaade etti. Bizans’tan ve İran’dan gelen paralar Resulullah’ın ülkesinde geçiyordu. Bu paralar Hz. Ebû Bekir’in hilâfetiyle Hz. Ömer’in hilâfetinin ilk ilk yıllarında tedâvülde kaldı. Hicrî 18. yılda Hz. Ömer tedâvüldeki bu cahilî ve gayri islâmî paralar yanında, üzerinde islâmî ibareler bulunan paralar bastırdı. Said b. el-Müseyyeb bu iki çeşit parayla da alışveriş yapardı.
Yemen’den üzerinde resimler bulunan elbiseler, kumaşlar, perdeler gelirdi. Hz. Ömer’in azadlısı ve hâzini Yesâr b. Nümeyr evinde resimler kullandı. Tâbiînin büyüklerinden Kasım b. Muhammed b. Ebî Bekir’in duvarlarında kunduz resimleri ve minyatürler bulunan bir odası vardı. Bu zat halası Hz. Âîşe’nin terbiyesinde yetişmişti. Hz. Âîşe’nin fıkhını ve hadisini en iyi bilen kişi idi (Hudarî, Tarihu’l-Ümmemi’l-İslâmiyye, II, 220; Hasan İbrahim Hasen, Tarihu’l-İslâm, II, 356).
İbn Ebî ,Şeybe, el-Musannef isimli eserinde, Huzeyfe’den naklen der ki: Huzeyfe’nin yüzüğünde karşılıklı duran iki kartal vardı, aralarına “elhamdûlillah” yazılmıştı. Yine el-Musannef’teki rivâyetlere göre Enes’in yüzüğünün nakışı aslandı. İmrân b. Hüseyn’ın yüzüğünde kılıç kuşanmış bir adam resmi vardı. Kadı Şureyh’in yüzüğünde aralarında ağaç resmi bulunan iki aslan resmi vardı. Dahhâk b. Müzâhim’in gümüş yüzüğünde ise bir kuş resmi vardı: (Kettânî, et-Terâtibü’l-İdâriyye, 2, 70).
Bunlar da gösteriyor ki ilk Müslümanlar, canlı resimlerden putperestlik endişesiyle uzaklaşmışlardır.
Resmin mekrûh olduğunu ileri sürenlerin delilleri:
Hanbelî fakihlerinden İbn Kudame el-Makdisî, Ebû Hüreyre (r.a), resimlerin yukarıda tutulanını da, aşağılananını da mekruh görmüştür. İmam Malik ise onu tenzihen mekruh olarak görür, haram saymazdı. Belki de, o, Resulullah (s.a.s)’ın, “İçinde sûret bulunan eve melek girmez” hadisinin umum ifade etmesine göre fetva vermiştir. Bizim için Âîşe (r.anha)’nın rivâyet ettiği şu hadis temeldir: “Resulullah (s.a.s) bir yolculuktan gelmişti. Ben de sofamı üzerinde resimler bulunan bir sergiyle örtmüştüm. Resulullah (s.a.s) onu görünce “Odayı resimli bir örtüyle mi örtüyorsun?” diye azarlayıp yırttı. Ben ondan iki yastık yaptım. Ben Resulullah (s.a.s)’in onlardan birine dayandığını görür gibiyim. “
Resmin mubah olan kısmı yere serilip ayak altında çingenenidir. Mekrûh olan ise duvara asılandır (İbn Kudâme el-Muğn, VII, 113).
Resmin (sûretin), giderildiği takdirde canlının yaşayamayacağı, göğsü, karnı gibi yerleri koparılırsa veya bedeninden ayrı sadece baş yapılırsa, bu yasak kapsamına girmez. Çünkü o organın gitmesiyle geride canlı kalmaz. Bu canlının kafasını kesmeye benzer. İlk yapıldığında resim bassız bir beden, veya bedensiz bir baş şeklinde yapılırsa veya başı bir canlıya, bedeni başka bir canlıya ait olarak yapılırsa, bu da yasak kapsamına girmez. Çünkü bu (gerçek) bir canlının resmi değildir (İbn Kudame, el-Muğn, VIII, 13)
Haram olduğunu söyleyenlerin delilleri:
İbn Âbidn, Hasiye’sinde söyle der: “Resim yapmak mutlak sûrette caiz değildir. Çünkü bu, Allah’ın yaratmasına benzer yaratma iddiasına kalkışmaktır” (İbn Âbidîn, Hâşiye, I, 608).
İmam Nevevi şöyle der: Bizim ashabımıza ve diğer âlimlere göre, canlının resmini yapmak şiddetle haramdır. Bu aynı zamanda büyük günah (kebair)lardandır. Çünkü hadislerde onun hakkında şiddetli tehditler vardır. O, ister değersiz tutulmak için yapılsın, ister başka niyetle yapılsın. Onu yapmak tamamen haramdır. Çünkü onda Allah’ın yaratmasına benzetmek vardır. İsterse, bu elbisede, sergide, dirhemde, dinarda, felsde, kapkacakta, duvarda veya başka yerde olsun. Bütün bu durumlarda yapılan sûretin, gölgeli (boyutlu) olup olmaması fark etmez (Nevevî, Müslim Şerhi, XIV, 85).
İmam Kurtubi ise şöyle der: Resulullah (s.a.s) tasviri yapanlara, istisna yapmaksızın lanet etmiştir. “Bu sûret yapanlara kıyamet gününde azabedilecek ve onlara “yarattıklarınızı diriltiniz” denilecek” hadisinde de istisnada bulunmamıştır. Sünen-i Tirmiz’de Ebû Hüreyre’den rivayet edilen bir hadis-i şerif şöyledir: “Resulullah (s.a.s)’in söyle buyurduğunu işittim: “Kıyamet gününde cehennemden bir boyun çıkar. Bunun bakan iki gözü, işiten iki kulağı ve konuşan bir dili vardır. Bu şöyle diyecektir: “Ben üç şeyi ilan etmekle görevlendirildim: İnatçı bütün cebbarların, Allah’la beraber başka ilâhlara da sığınanların ve musavverlerin hakkından geleceğim” (Ebû İsa et-Tirmizî: Bu hasen, garib sahih bir hadistir, demiştir.)
Buhar ve Müslim’de Abdullah b. Mes’ud (r.a)’dan rivâyet edilen bir hadiste Resulullah (s.a.s)’ın: “Kıyamet gününde azab yönünden insanların en şiddetlisi, resim yapanlardır” buyurması, her hangi bir şeyin resmini yapmanın memnû olduğuna delâlet etmektedir. Bu şey ne olursa olsun, durum değişmez (Kurtub, el-Câmi li Ahkami’l-Kur’an, XIV, 274)
Heykelcilik, ressamlık, fotoğrafçılık
Heykel konusunda İslam fukahası, hemen hemen, ittifak halinde haram hükmünde birleşmişlerdir. Malikîlerden İbnü’l-Arabî bunu, “Sûretin gölgesi varsa haram olduğunda icma vardır” şeklinde ifade etmiştir. Buna bağlı olarak heykeli yapmak ve edinmek de aynı hükme tabidir. Ancak yapmanın haramlığı daha şiddetlidir. İlim aracı olarak imal edilenler bu hükme tabi değildir (Abdullah Nasıh Ulvan, Hükmü’l-İslâm fi Vesaili’l-İ’lâm, 8)
Fukaha, İmam Buharî’nin aşağıdaki hadisine dayanarak heykelciliğin haram olduğunda icma etmişlerdir.
Said b. Ebî’l-Hasen’den: İbn Abbas’ın yanında idim. Onun yanına bir adam geldi ve “Ey İbn Abbas, ben elinin sanatıyla geçinen bir adamım. Ben şu resimleri yapıyorum” dedi.
İbn Abbas şu cevabı verdi: Ben sadece Resulullah (s.a.s)’den işittiğimi haber vereceğim. Resulullah (s.a.s)’i söyle buyururken işittim: “Kim bir resim yaparsa, o kişi o resme ruh verinceye kadar Allah ona azabeder. Halbuki o kişi ebediyyen ruh veremez.” Adam sıkıntıdan solumaya başlayınca İbn Abbas “Sana yazıklar olsun, mutlaka resim yapman gerekiyorsa şu ağacın ve cansız olan şeylerin resmini yap” dedi.
Tasvirin kazancı
Belirli niteliklere sahip tasvir İslam’da haramdır. Buna bağlı olarak onu yapmak da haramdır. Bunlar haram olunca, bundan sağlanan kazanç ve bunu yapmak için alınan ücret de haramdır.
Bu hüküm ilmî açıklamalar için kullanılan tasvir ve boyutlu canlı şekillerini kapsamamaktadır.
Resmin haram olan ksmının kazancı da haramdır. Mübah olanın yapılması ve kazancı da helâldir.
Fotoğrafta aslonan mübahı olmakla beraber, İslâm’ın çizdiği hudutlar dışına çıkarsa, mubah olma özelliğini kaybeder. Bunun kazancı da kendi durumuna tabidir.
İsmail KAYA