ŞEYHÜLİSLÂM
Osmanlılarda ilmiye sınıfının başı ve sadrazamdan sonra devletin ikinci büyük görevlisi.
Şeyhülislâm kavramı, İslâm âleminde h. IV/m. X. yüzyılda ortaya çıkmışsa da, bu ünvan o dönemde, resmî bir nitelik taşımıyordu. Özellikle meşhur fakihlere ve fetvaları ile şöhret bulan İslâm bilginlerine verilen bir “şeref ünvanı” idi. Bu ve benzeri şeref ünvanları zamanla unutulan birer ünvan olarak kalmıştır.
Bunlar İmâdu’l-İslâm, Fecru’l-İslâm, Şeyhü’l-İslâm, Duha’l-İslâm, Şemsu’l-İslâm, Hüccetu’l-İslâm, Fahru’l-İslâm, Rüknü’l-İslâm vs. gibi tabirlerdir. Bunlardan sadece Şeyhülislâm tabiri, Osmanlı Devleti’nin sonuna kadar önemli bir müessese olarak devam etti. Çünkü Osmanlılar bu müesseseyi, devletin iki temelinden biri olarak kabul ediyorlardı. Bu bakımdan Şeyhülislâmlık müessesesini İlmiye teşkilâtının başı olarak kabul ettiler. Şeyhülislâm ise bu teşkilâtın başında bulunan kimse idi ve fevkalade yetkilerle mücehhezdi. Bu sebepledir ki, devlette önemli işler hakkında onun fetvası alınmadan hiç bir şey yapılamazdı.
Osmanlı Devleti’nin kurulduğu ilk dönemlerde bu kavram bilinmekte, ancak halk arasında sadece tazim ifade edecek şekilde kullanılmaktaydı. Resmî bir ünvan olarak “şeyhülislâm”ın ne zaman kullanılmaya başlandığı kesin olarak bilinmemektedir. Fatih Sultan Mehmed’in hazırlattığı kanunnamede, “… ve Şeyhü’l-İslâm ulemânın reisidir…” denilmiş ve aynı kanunnamede Müftî Efendi”, “Müftî”, “Müftiyü’l-Enâm” ve “Seyhü’l-İslâm” kavramları birbirinin yerine kullanılmıştır (Kânunnâme-i Âl-i Osmân (neşreden: M. Arif), Tarih-i Osmânî Encümeni Mecmuası ilâvesi, İstanbul 1330, s. 10 vd.; M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1983, III, 349).
Osmanlı Devleti’nde şeyhülislâmlık makamının ilk kez resmen kime verildiği bilinmemektedir. Devlet örgütü içinde ilk defa II. Murad zamanında, 1444’den sonra şeyhülislâmlığa yer verilmiş ve bu makama dönemin ünlü âlimlerinden Fahreddin el-Acemî getirilmiştir. Aslında Fahreddin el-Acemî’den önce de değişik kişilere fetva görevi verilmiştir. Şeyh Edebâli, Dursun Fakih, Şemseddin Fenârî bunlar arasındadır. Ancak bunlara şeyhülislâm ünvanı verilmemiştir. Resmen ilk defa bu ünvan İstanbul’un fethinden sonra Hızır Bey Çelebi’ye verildiyse de, XVI. yüzyılın ortalarına kadar siyâsî-idârî sistem ve ilmiye teşkilatının hiyerarşik yapısı içersinde, divân-ı hümâyûnun üyesi olan kazaskerlerin yeri şeyhülislâmlardan daha üstündü. Şeyhülislâmlık makamının öneminin artması ve kazaskerlik mevkiinin üstüne çıkması, Osmanlıların ünlü şeyhülislâmları olan Kemalpaşazâde ile Ebussuud Efendi’lerin zamanında ve onların sayesinde gerçekleşti. Ebussuud Efendi’den önce, şeyhülislâmların yevmiyeleri 200 akçe iken, bu şeyhülislâm döneminde ilk defa 500 akçeye yükseltildi. Bostanzâde Mehmed Efendi zamanında (öl. 1598) ise şeyhülislâmın yevmiyesi 700 akçeye çıkarıldı (Ekrem Kaydu, “Osmanlı Devletinde Şeyhülislâmlık Müessesesinin Ortaya Çıkışı”, A.Ü., İslâmî İlimler Fakültesi Dergisi, Erzurum 1977, sy. 2, s. 201-209; Davut Dursun, Osmanlı Devletinde Siyaset ve Din, İstanbul 1989, s. 318-320).
982/1574 yılına kadar müderris, mevâlî ve müftülerin tertip ve telhisleri konusu vezir-i azamlara ait iken, vezir-i azamların cehaletleri sebebiyle bu iş şeyhüiislâmlara bırakıldı. İşte bu tarihten itibaren, kırk akçeden yukarı Hâriç ve Dâhil müderrislikleriyle orduya tayin edilecek kadılar ve vilâyet, sancak ve kaza müftüleri, imam, hatip ve müezzinlerin yanısıra mevlevî şeyhlerinin ve mevâlî adı verilen büyük kadıların ve kazaskerlerin atamaları şeyhülislâmlara verildi. Kazaskerlere ise, yirmi akçeden kırk akçeye kadar olan müderrisliklerle kaza kadılıklarının tayinleri bırakılmıştı. Yapacağı tayinler konusunda şeyhülislâm, mevcut olan kanuna göre, vezir-i âzam ile görüşüp, anlaştıktan sonra, tayin edilecek müderris ve mevâlînin listesini bir telhis ile vezir-i azama bildirirdi. Onun aracılığıyla da padişahın iradesi alınırdı (İsmail H. Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilâtı, Ankara 1984, s. 179-180).
Başlangıçta kadıaskerlik ve muallim-i sultanî vazifelerine göre ikinci derecede bulunan şeyhülislâmlığın, bilhassa İbn-i Kemâl (1525-1533) ve Ebu’s-Suûd Efendi (1545-1574)’ye geçmesi ile daha bir ehemmiyet kazandığı ve kadıaskerliğin üstünde bir vazife olarak telakki edildiği anlaşılmaktadır. Zira yukarıda belirtilen iki zat, kadıasker olduktan sonra şeyhülislâm olmuşlardı. Bu bakımdan bütün ilmî tevcihat şeyhülislâmlara verildi. Öyleki bu makam ve mevki, sadrazamlıkla denk bir hale getirildi (Hezarfen Hüseyin Efendi, Telhisü’l-Beyân fi Kavânin-i Âl-i Osman, Bibliothéque National (Paris), Ancien Fonds Trc, nr. 40, vr. 134 a).
XVI. asrın ikinci yarısı içinde saygınlıkları iyice artan şeyhülislâmların sadrazamla münasebetleri düzenlenmiş ve ilk kez 992/1584 yılında Vezir-i âzam Özdemiroğlu Osman Paşa, padişahın emriyle Şeyhülislâm Çivizâde Mehmed Efendi’nin ziyaretine gitmiş ve bundan sonra vezir-i azamların şeyhülislâmları ziyaret etmeleri kanun olmuştur (Uzunçarşılı, a.g.e., s. 187).
XVI. yüzyılda şeyhülislâmların ilmiye teşkilâtının en yüksek mevkiinde bulunduklarını gösteren diğer bir husus da, bu makama gelenlerin kazaskerlikten geçmiş olmalarıdır. Osmanlı devletinde bazı eyaletler diğerlerine göre üstün kabul edildiğinden buralarda görev yapan âlimlerin pâyeleri ve yevmiyeleri de farklı oluyordu. Şeyhülislâmlık makamına Rumeli kazaskerliği yapmış olanlar atanıyordu. İstanbul kadılığından Anadolu kazaskerliğine, oradan da Rumeli kazaskerliğe geçildiği düşünülürse, bu makamın ilmiye teşkilâtının zirvesinde yer aldığı kolayca görülecektir. XVI. asırdan önce kendilerine fetva görevi verilen şeyhülislâmların (müftü) kazaskerlikten gelmediği bilinmektedir. Meselâ, ilk şeyhülislâm olarak gösterilen Fahreddin el-Acemî, Edirne’de müderrislik ve müftülük yapmıştır (Davut Dursun, a.g.e., s. 320).
Şeyhülislâmların en önemli görevi, kendisine yöneltilen çeşitli sorular hakkında dinin hükmünü belirten fetvalar vermektir. Şeyhülislâma verilen “müftî” adı da fetva veren kişi anlamındadır. Müftünün, kendisine sorulan soruya verdiği fetva, bir hüküm mahiyeti taşımayıp sadece dinî konuya açıklık getirme özelliği taşır. İslâm devlet geleneğinde sadece kadı’nın verdiği karar hüküm ifade eder. Bu yönüyle kadı ile müftü arasında bir fark mevcuttur. Kadı, müftünün verdiği fetvalardan yararlanarak hüküm verebilir. Ancak bu, kadının müftüye bağlı olduğu anlamına gelmez (Ebu’l- Ulâ Mardin, “Fetva”, İslâm Ansiklopedisi, IV, 583; D. Dursun, a.g.e., s. 325).
Tarihî seyri içinde fetva müessesesi altı dönem halinde ele alınabilir. Bunlar, Hz. Peygamber dönemi, Sahabe dönemi, Hicri ikinci asrın sonuna kadar süren dönem, Hicri ikinci asır ile dördüncü asır arasındaki dönem, Hicri dördüncü asırdan Abbasi yönetiminin yıkılışına kadar olan dönem ve Abbasilerden sonraki dönemdir. Bu sıraya göre, beşinci ve altıncı dönemlerde fetva veren müftüler, kendilerinkinden önce mezhep imamlarının ve onların talebelerinin verdikleri fetvaları taklit etmişlerdir. Son devir içinde yer alan Osmanlı yönetimindeki müftüler de, kendilerinden önceki müftülerin verdikleri fetvaları taklit etmeyi yeterli bulmuşlardır (Osman Öztürk, Osmanlı Hukuk Tarihinde Mecelle, İstanbul 1973, s.5-6; D. Dursun, a.g.e, s. 325)
Emeviler döneminden başlayarak İslâm tarihinde, önemli siyasî ve idârî kararların alınmasında devrin önde gelen bilginlerinden fetva alma geleneği yerleşmiştir. Osmanlılar dönemi de bundan ayrı düşünülemez. Osmanlılar da savaş, barış, önemli kanunnâmelerin çıkarılması, siyaseten katl konularında şeyhülislâmdan fetva istemişlerdir (Ebu’l-UIâ Mardin, a.g.m., IV, 584). Fetva hizmetlerini yürütmek üzere şeyhülislâmlık bünyesinde ve taşrada ayrıca müftülere görev verilmiştir. Gerek devlet adamları ve gerekse sıradan halk, dinî ve hukukî problemlerle karşılaştığında müftülere başvurarak fetva almaktan çekinmemişlerdir.
Şeyhülislâmın temsil ettiği ilmiye teşkilâtının verdiği hizmetler, “dinî ve hukukî danışmanlık”, “eğitim ve öğretim”, “yargılama ve yönetim” olmak üzere üçe ayrılmıştır. “Dinî ve hukukî danışmanlık” hizmetlerini şeyhülislâm ve müftüler, “eğitim ve öğretim” hizmetlerini medreseler ve müderrisler, “yargılama ve yönetim” hizmetlerini ise mahkemeler ve kadılar yerine getirmişlerdir. Şeyhülislâmın ilmiye teşkilâtının idaresine ilişkin yaptığı işler, medrese müderrislerinin, kadıların ve müftülerin tayin ve terfi işlemlerine nezâret etmektir. Bütün bu işlerin gerçekleştirilmesine yardımcı olmak üzere şeyhülislâmlık makamına bağlı geniş bir sekreterler kadrosu bulunmaktaydı (Şükrü Karatepe, Osmanlı Siyasi Kurumları “Klasik Dönem” İstanbul 1989, s. 153).
Şeyhülislâmların bir diğer görevi de, 1759 yılında padişah III. Mustafa tarafından başlatılan saraydaki “Huzur Dersleri”ne katılacak “mukarrir” ve “muhatablar”ı seçip saraya göndermekti. Ramazan ayında sarayda yapılan huzur derslerine devrin en seçkin uleması; kimisi mukarrir, yani dersi veren, kimisi de muhatab, yani dinleyen ve soru soran olarak katılıyor, padişahın huzurunda dinî ve ilmî tartışmalar yapıyorlardı (Uzunçarşılı, a.g.e., s. 215-222; D. Dursun, a.g.e., s. 327).
Şeyhülislâmlıkla siyasî iktidar arasındaki ilişkilerde dikkati çeken bir husus da, şeyhülislâmlığın Osmanlı yönetimindeki gücü ve siyasî olaylarda oynadığı fonksiyonları bakımından en serbest hareket eden, siyasî olaylarda önemli görevler üstlenen, dinî iktidarı temsil etmesinden dolayı da toplumda büyük itibar ve saygınlığı bulunan bir kurum olarak ortaya çıkmasıdır. Verdikleri fetvalar ile bazı padişahların tahttan alınmasında etkili olan şeyhülislâmların fetvalarına, hasmâne uluslararası ilişkiler sonucu savaşların ilânında da ihtiyaç duyulmuştur. Osmanlı Devleti’nin 1516’da Mısır’a savaş ilân etmesi şeyhülislâm Ali Cemali Efendi’nin, 1570’de Venedik’e savaş ilan edilmesi ise Ebu’s-Suud Efendinin fetvaları ile gerçekleşmiştir. Öte yandan Osmanlı Devleti’nde birkaç padişah şeyhülislâmların verdikleri fetvalar ile hal’ edilmişlerdir. III. Selim, Abdülaziz ve II. Abdülhamid bunlar arasında sayılabilir (J.H. Kramers, “Şeyhül-İslâm”, İslam Ansiklopedisi, XI, 487; D. Dursun, a.g.e., s. 329).
Şeyhülislâmlar görevlerinden değişik sebeplerle azl edilirdi. Bu sebepler şöyle sıralanabilir: Vezir-i azamla aralarının iyi olmaması, vezir-i âzam aleyhine padişaha bir şikayette bulunmaları, meydana gelen isyan, ihtiyarlık, maiyetinin çevirdiği bazı entrikalar ve buna benzer hadiseler (Uzunçarşılı a.g.e., s. 192).
Şeyhülislâmların 1241/1826 yılına ve yeniçeri ocağının kaldırıldığı tarihe kadar, kendilerine mahsus bir daireleri yoktu. Şeyhülislâm tayin edilen kişinin oturmakta olduğu konak müsait değilse, uygun bir konağa çıkar ve bunun “selâmlık” denen kısmında şeyhülislâm dairesi ve müessese çalışanları bulunurdu.
Bu dönemden sonra “Meşîhat Dairesi” gelişmiş ve Süleymaniye Camii arkasındaki eski Yeniçeri ağasının binası bu makama verilmiş; burası “Şeyhü’l-İslâm Kapısı” veya “Bab-ı Meşîhat” yahut “Bab-ı Fetva” isimlerini almıştır. İdârî mekanizma, bu binada vücuda getirilmiştir.
1920 yılına kadar çeşitli zamanlarda yapılan reformlarla bu makam olgunlaştırılmışsa da, Ankara’da kurulan T.B.M.M. Osmanlı Saltanatını 1922’de ortadan kaldırınca, “Bab-ı Meşîhat” da tarihe karıştı.
Osmanlı “Meşhat” tarihinde ilk şeyhülislâm “İstanbul Müftüsü” ünvanıyla 1424-1425 tarihinde atanan Molla Şemsedddin Fenârî Efendi’dir. Son şeyhülislâm Medenî Nuri Efendi (1920-1922) nin 26 Eylül 1922’de istifa etmesiyle 498 yıl süren Osmanlı Meşhat döneminde 129 (veya 131) şeyhülislâm gelmiş, bunlar arasında 185 değişme olmuş, 54 kez de aynı kişiler yeniden göreve çağrılmışlardır.
Osmanlı devrinde en uzun “Meşîhat” süresi Kanuni ve Sarı Selim zamanlarının ünlü Şeyhülislâmı Ebu’s-Suud Efendi’ye ait olup 28 yıl II ay kadar sürmüştür. En kısa süre ise Memikzâde Mustafa Efendi’nindir; 13 saat kadar devam etmiştir.
“Meşîhat Makamı”na mükerrer atanmaların sayısı 90’dır. Beş şeyhülislâm, dört veya daha fazla Meşhat Makamına gelmişlerdir. Bunlar; Sun’ullah Efendi, Cemaleddin Efendi, Musa Kâzem Efendi, Haydarizâde İbrahim Efendi ve nihayet Mustafa Sabri Efendi’dir.
Osmanlı meşhat tarihinde tuhaf bir durum da, o makama yükselmiş kimselere “Meşîhat Pâyesi” verilmesidir. Örneğin, Şeyhülislâm Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi, “Ravzatü’l-Ebrâr” isimli eserini yazarak 1649 tarihinde padişah Sultan IV. Mehmed’e sununca kendisine bu pâye verilmiştir. Şeyhülislâmlığa gelişi ise iki sene sonraya rastlamaktadır.
Hicri 1334 (M.1915) senesinde neşrolunan “İlmiye Sâlnâmesi”nde Meşhat Teşkilatı şöyle gösterilmiştir:
Teşkilatın başkanı: Şeyhülislâm. Ona bağlı olarak
1- Fetvahâne-i Âli: Fetva Emîni, iki muavin.
2- Fetva Odası: Reîsü’l-Müsevviddın, müvezzi, cevab-ı şifahi memuru, 28 müsevvid.
3- İ’lamat-ı Şeriyye Müdüriyeti: Müdür, 8 mümeyyiz, 9 mümeyyiz muavini, taharri-i mesail memuru; 5 birinci sınıf, 4 ikinci sınıf, 4 üçüncü sınıf müsevvid.
4- Meclis-i Tetkîkât-ı Şeriyye: Bir reis, 7 aza.
5- Meclis-i Tetkîkat-ı Şeriyye kalemi: 2 mümeyyiz; 4 birinci sınıf, 5 ikinci sınıf, 6 üçüncü sınıf kâtip.
6- Ders vekaleti ve meclis-i mesalih-i talebe: 1 reis, 5 aza,1katip.
7- Ders vekaleti kalemi: 1mümeyyiz; 1 birinci, 1 ikinci, 1 üçüncü, 1 dördüncü sınıf kâtip.
8- Tetkik-i mesahif ve müellefat-ı şeriye: 1 reis, 6 aza, 2 kâtip.
9- Meclis-i meşayih: 1reis,1aza, 1 kâtip.
10- Mektûbî Dairesi: 1 mektupçu, 1 mektupçu muavini, 1 mümeyyiz, 1 maruzat kâtibi,1 mukabeleci,1müstacele kâtibi, 1 mühimme kâtibi, 1 şifre memuru; 3 ikinci, 4 üçüncü sınıf kâtip.
11- İlmiye muhasebat dairesi: 1 müdür, 1 müdür muavini, 1 mümeyyiz; 2 birinci, 6 ikinci,1üçüncü, 1 dördüncü sınıf kâtip, 1 mutemet.
12- Emval-i eytam ve Beytülmal müdüriyeti: 1müdür, 1 müdür muavini.
A- Tahrirat kalemi, B- Muhasebe kalemi, C- İdânât (ödünç verme), D- Vezne, E- Beytülmal, F- Tahsil (ve görevlileri).
13- Memurin müdiriyeti: 1 müdür, 1 mümeyyiz; 1 birinci, 2 ikinci 3 üçüncü sınıf kâtip.
14- Levazım ve maişet kalemi: 1 levazım mümeyyizi, 3 birinci, 3 ikinci 3 üçüncü, 2 dördüncü sınıf kâtip.
15- Sicill-i ahvâl müdiriyeti: 1 müdür, 1 mümeyyiz; 2 birinci, 1 ikinci, 6 üçüncü,1dördüncü sınıf kâtip.
16- Evrak müdiriyeti: 1müdür, 1 muavin, 1 mümeyyiz- 1 birinci, 3 ikinci, 3 üçüncü, 3 dördüncü sınıf kâtip.
17- İstatistik ve dosya kalemi: 1mümeyyiz, 3 üçüncü sınıf kâtip.
18- Daire-i Maşîhat tababeti: 1tabib, 1 kâtip. (M.Z. Pakalın, a.g.e., II. 492)
Şeyhülislâmlar içinde müstesna bilginler, sanat ve fikir adamları yetişmiştir. Yahya, Bahâî, Arif Hikmet Efendiler gibi büyük şairler, Es’ad Efendi gibi büyük bestekârlar ve sözlük bilginleri, tarihçiler, hukukçular ve büyük devlet adamları vardır. Şeyhülislâmların çoğu eser de vermiştir. Şeyhülislâm, beyaz ziblin kürk (ferve-i beyzâ) giyerdi. Yerlere kadar uzanan bu kürk, yalnız seyhülislâma mahsustu. Yazın, beyaz atlas ipekten ve beyaz softan yerlere kadar uzanan cübbe giyerdi (Türk Ansiklopedisi, “Şeyhülislâm”, XXX, 279).
Mefail HIZLI
Halid ERBOĞA