SORUMLULUK
Kişinin kendi istek ve iradesi ile yaptığı ve yüklendiği işlerin hesabını vermesi bundan dolayı hesaba çekilmesi, İslâm, her insanın bir iradesi ve seçme hürriyeti bulunduğunu ve bu iradesini kullanmak suretiyle yapacağı işlerin tamamından sorumlu olduğunu bildirmiştir. Bundan dolayı insanlar ve özellikle müslümanlar, yapacakları her işte söyleyecekleri her sözde dikkatli olmak durumundadırlar. Kur’ân-ı Kerîm’de Yüce Rabbımız şöyle buyurur: “De ki; herkes kendi (hali) ne uygun yolda hareket eder. Rabbımız, kimin en doğru yolda olduğunu daha iyi bilir” (el-İsrâ, 17/84).
Şayet insan yaptığı her işten ve davranıştan, söylediği her sözden sorumlu olmasaydı, dinimizdeki farzlar, haramlar, mübahlar olmaz ve emirlerle yasakların bir anlamı kalmazdı. İyi işler yapanlarla, kötü işler yapanların aralarında bir fark olmazdı. İslâmda insan, kendi hür iradesini kullanarak yapacağı işlerden sorumlu tutulmuştur:
“Her kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür, kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür” (Zilzâl, 99/7-8); “O (Allah) yaptığından sorumlu değildir. Onlar ise, sorumlu tutulacaklardır” (el-Enbiyâ, 21/23).
Dînimiz, insanlara iyi yolu da kötü yolu da göstermiştir (el-Beled, 90/10). İnsan kendi yolunu kendisi seçer ve belirler. Fakat yapacağı her iyi ve kötü hareketin sorumlusu kendisidir. Çünkü, yaptığı her fiili kendi niyeti, ve isteğiyle yapmıştır. İnsanları hayvanlardan ayıran başlıca fark, insanların akıl sahibi oluşu, bunun tabii neticesi olarak da sorumluluk yüklenmiş olmasıdır. Çünkü Cenabı Allah, verdiği akıl sayesinde insanları diğer varlıklardan üstün ve güçlü kılmış, onların idaresini insanlara vermiştir. İdareci durumunda sorumlu olması ise kaçınılmazdır.
Dünya ve âhiret sorumluluğu:
İslâm hem dünya ve hem de âhiret nizamı olduğu için insanların, yaptıkları işlerinden dolayı yalnız bu dünyada değil, âhiret hayatında da sorumlu olacaklarını bildirmiştir. Ölmekle her şeyin sona ermeyeceğini, aksine yeni ve sonsuz bir hayatın başlayacağını ve Allah’ın huzurunda hesaba çekileceğini düşünen ve buna inanan bir insan, dünyanın geçici zevklerine kanmaz. Ahiret için hazırlığını, dünyada iken yapar. Çünkü o, ahiret hayatında yalnız kendi çalışma ve gayretinin karşılığını bulacağına inanır. İyi ve kötü yapacağı her işten sorumlu olacağını aklından çıkarmaz.
İslamın sorumluluk anlayışına göre her insan, hattâ peygamberler bile yaptıklarından sorumludurlar. Kur’ân-ı Kerim’de Yüce Rabbımız buyuruyor ki: “Ândolsun ki, kendilerine peygamber gönderilenlere soracağız. Peygamberlere de soracağız” (el-A’raf, 7/6). Peygamber Efendimiz ise, Vedâ hutbesinde yer yer konuşmasını keserek, kendisini dinleyen Ashabına üçer defa: “Tebliğ ettim mi?” diye sorarak, her defasında “Evet!.’ cevabını aldıkça: “Şahid ol yâ Râb!. ” demiştir. Peygamber Efendimiz bu ifade ve tavrıyla, âyette belirtilen sorumluluktan kurtulma arzusunu izhar etmiştir.
Dînimize göre insan bir imtihan dünyasındadır. Başıboş ve sorumsuz olarak bırakılmamıştır. Dünyada ektiğini, âhirette biçecektir. Sağlığından, gençliğinden, gücünden, güzelliğinden, zenginliğinden, fakirliğinden… kısaca her şeyinden sorumluluk altındadır. Kendisine bahşedilen nimetleri nerelerde ve nasıl kullandığından, elde ettiği serveti nereden ve nasıl elde ettiğinden, nerelere ve nasıl sarfettiğinden sorguya çekilecektir (Tirmizi, Kıyame, 9). Onun için sorumluluk, bir bütün olarak düşünülmelidir. Çünkü İslâm hem dünya, hem âhiret nizamı olmakla birlikte bir bütün teşkil etmekte ve dünya hayatıyla, ahiret hayatı birbirlerinden ayrı düşünülmemektedir.
Hz. Peygamber (s.a.s)’in: “İnsan öldüğü zaman amelinin arkası kesilir; yalnız şu üç şeyden dolayı kesilmez: Biri; sadaka-i câriye (yani uzun süre ayakta kalan bir hayır eseri), diğeri; kendisinden faydalanılan ilim, üçüncüsü ise; kendisine hayır duâ eden sâlih bir çocuk…” (Müslim, Kitâbül-Vasıyye, 3) hadisi önemli bir gerçeği yansıtır. Demek ki, bu dünyada yapılan işlerin sorumluluğu, ahiret aleminde de devam edecektir. O halde dünya sorumluluğu ile ahiret sorumluluğunu kesin çizgilerle birbirinden ayırd etmek mümkün değildir.
İnsanın dünya ve ahiretteki sorumluluğu birkaç yönde olur: İnsan, yaratanına karşı, kendi cinsine yani insanlığa karşı, emri altındakilere, âmirlerine ve topluma karşı sorumluluklar yüklenen bir yaratıktır. Bu durumu Peygamber Efendimiz şöyle açıklar:
Her biriniz bir yöneticisiniz ve her biriniz yönetiminizdekilerden sorumlusunuz: Devlet adamı bir yöneticidir ve halkından sorumludur; erkek, ailesinin yöneticisidir ve onları gözetmekten sorumludur; kadın, kocasının evinin muhafızıdır ve bundan sorumludur; hizmetçi efendisinin malının bekçisidir ve bundan sorumludur. Her biriniz bir yöneticisiniz ve yönetiminizdekilerden sorumlusunuz ” (Buhârî, Cenâiz, 32; Ahkam, 1).
Kişisel ve toplumsal sorumluluğa gelince;
İslâm dini, öncelikle şahsî (kişisel) sorumluluğu benimseyen bir dindir. İslâm dinine göre her fert, kendi yaptıklarından sorumludur. Başkalarının yaptıklarından sorumlu değildir. Halbuki Hıristiyanlık inancına göre, “bütün insanlar Hz. Âdem’in işlediği ilk suçun cezasını çekecektir. Hz. İsa kendi kanını feda etmek suretiyle bu lanet ve azaptan insanları kurtarmıştır”. İşte İslâm dîni, atalarının günâhlarından çocuklarını sorumlu tutan bu Hıristiyanlık inancını red ederek ortadan kaldırmış, onun yerine şahsi sorumluluk prensibini koymuştur.
“Hiç bir günahkâr, başkasının günahını çekmez. Eğer yükü ağır gelen kimse onu taşımak için (başkalarını çağırsa) onun yükünden hiç bir şey (alınıp) taşınmaz. Akrabası dahi olsa (kimse onun yükünü taşımaz)” (Fâtır, 35/18).” De ki; Âllah’a itaat edin! Peygambere itaat edin! Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki o peygamber; kendisine yükletilenden ve siz de kendinize yükletilenden sorumlusunuz” (en-Nûr, 24/54); “Ey iman edenler! Rabbınıza karşı gelmekten sakının! Babanın oğlu, oğulun da babası için bir şey ödeyemeyeceği günden korkun!…” (Lokman, 31/33) hükümleri bu sorumluluk prensiplerini yansıtmaktadır.
Ancak bazı durumlarda sorumluluğun -iyilik yahut kötülük olsun- başkalarına da geçtiği olur. Yapılan amel (iş) hayır ve iyilik ise, bunun sevabı; şer veya kötülük ise, günâhı, hem o işi yapana, hem de onu yapmasına sebep olduğu kimselere ulaşır. Bir âyette Yüce Rabbımız (c.c.) şöyle buyuruyor: Böylece kıyamet günü kendi günahlarını tam olarak, bilmeden saptırdıkları kimselerin günahlarını (ise) kısmen yüklenirler. Dikkat edin, yüklendikleri yük ne kötüdür!” (en-Nahl, 16/25).
Peygamber Efendimiz ise, hadislerinin bazılarında şöyle buyuruyor: Her kim İslam içinde güzel bir çığırı açarsa ve bu güzel çığır kendisinden sonra da tatbik edilip sürdürülürse, kendi sevaplarından hiç birşey eksilmeksizin, onu sürdürenlerin sevaplarının benzeri, kendisi lehine yazılır. Ve her kim de İslâm içinde kötü bir âdet çıkarır ve bu kötü âdet kendisinden sonra da sürdürülürse, kendi günahlarından hiçbir şey eksilmeksizin onu sürdürenlerin günahlarının benzeri de o kimse üzerine yazılır” (Müslim, İman, 15; Tirmizi, İlm, 14). İslâmi anlayışta sorumluluk her yaş, her mevki ve seviyedeki insan için söz konusudur.
Demek ki, İslâma göre insanların yaptıkları işler, ya sadece kendilerini ilgilendirmekte veya yapılan işin özelliğine ve mahiyetine göre, o işten başkaları da faydalanmakta veya zarar görmektedirler. Bu duruma göre, başkalarının yaptıkları işlerden sevap veya günâh kazanacak kimselerin olması da tabiidir. Çünkü bu şahıslar, her şeyden önce kendi sorumlulukları altında kalan iyilik veya kötülük cinsinden bir şeyler yapmaktadırlar. Yapılan bu işlerin etkileri ise, bazan uzun süre devam etmektedir.
İşte bu anlayış doğrultusunda hareket eden mü’min, bütün organları ile yaptıklarından sorumlu tutulacağını bilir. Bu inancı, onu daha kontrollü bir hayat yaşamaya zorlar. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurur: “Mü’min, günahı tepesine çökecek bir dağ gibi hisseder; münafığa gelince, o da günahını, burnunun üzerine konmuş ve hemen uçabileceği bir sinek gibi kabul eder” (Tirmizi, Kıyâmet, 9).
Mustafa ÖCAL