SOFTA
Medrese öğrencisi; ilmiye mensubu; molla; dindar kişi; bir düşünceye bağnazca bağlanan kimse hakkında kullanılan bir terim.
Bu terimin tarihi süreç içinde onaya çıkışının anlaşılması için, ekonomik, eğitim ve sosyo-politik kaynaklı üç hususun birlikte ele alınması gerekir.
Bunlardan birincisi; on altıncı yüzyıldan on dokuzuncu yüzyıla dek süren, Ankara’daki tiftik işletmesi ve bundan “sof” adı verilen bir tür kumaş üretimiyle ilgilidir. Anılan dönemde üretilen kumaşlar Osmanlı ekonomisinde önemli bir yer tutmaktaydı. Kumaşların bir kısmı da yun dışına ihraç ediliyordu.
Üretilen softan çeşitli giyim eşyalarının yanında, medrese öğrencisinin, ilmiye sınıfından olmadığının anlaşılmasını sağlayan bir çeşit sarık olan “softa külahı” da yapılıyordu: Osmanlı medreselerinde öğrencilerin giydiği bir külah bir nevi üniforma işlevini de görürdü. Daha sonraları bu tabir, “külahı” kısmı atılarak sadece “softa” şeklinde kullanılacaktır. Temeli ilk kez Orhan Bey tarafından 1331de atılan Osmanlı Medreseleri, Fatih Sultan Mehmed zamanında kendi adıyla anılan medreselerle en gelişmiş biçimini almıştır. Bu medreseler, en üst düzeyinde sahn-ı seman medreselerinin bulunduğu, sekiz kademeli bir sistemden oluşuyordu. İşte bu sistemin ilk yedi düzeyinde okuyan öğrencilere suhte” veya softa” adı veriliyordu. Sekizinci düzey olan sahn-ı semân medreselerine geçenlere ise, aynı zamanda bir akademik ünvan olan danişmend” denmekteydi. Medrese öğrencilerine suhte denilmesi halk arasında yaygın idi. Bu tabir, medrese öğrencilerinin ilim aşkını ifade için kullanılmakta idi; ancak tabir, okulların bozulması ve öğrencilerin siyasal olaylara karışmalarından sonra softa şeklini alacaktır.
Softa veya suhte kelimelerinin “sofu” kelimesiyle karıştırılmaması gerekir. Sofu tabiri, dinin emirlerini yerine getiren, nehiylerinden kaçınan, zahid ve müttakî kişi anlamında kullanılan bir tabirdir; süfî kelimesinin halk dilinde değişerek yerleşmiş kullanımından ortaya çıkmıştır. Ancak daha sonraları dinî-siyasî bir tavır olarak onaya çıkan akımı ifade eden softa kelimesinin anlamıyla özdeş bir kullanım almıştır. Zira sofu tabiri zaman içinde, ne tasavvuf, ne de felsefe ile alakası olmayan, bilakis bunlarla uğraşanları tekfir edecek kadar ileri giden kişiler hakkında kullanılmaya başlanmıştır. Bu tavırda olanlar hakkında aynı anlama gelen “zühd-i huşk” da denilmekteydi.
Nihayet softa kelimesinin doğuşunda üçüncü etken ise, ucu Celâlî isyanlarına dek varan, siyasî-içtimaî olaylardır. Osmanlı Devletinin çöküş döneminde medreselerin durumu gayet bozuk idi. Medreselerin bozulan yapısıyla beraber, kırsal kesimlerden akın eden öğrencilerin durumu da krizi artırmaktaydı ve okullar tembellik, ahlaksızlık ve karışıklık merkezi haline gelmişlerdi. Öğrenciler (softalar) zaman zaman toplumsal kargaşa ve kışkırtmalara karışmaya başlamışlardı. On yedinci yüzyılda baş gösteren siyasal kargaşa ve ayaklanmalar, büyük ölçüde sipahiler ve devşirmelerden oluşan Yeniçeriler arasındaki sürtüşmeyi artırmıştır. Anadolu kökenli Türk soylularla şeyhülislamlık da yapmış olan Sunullah Efendi, İstanbul medreselerindeki öğrencilerin de desteğiyle 6 Ocak 1603te bir isyana giriştiler. Padişah, isyancıların isteklerini kabul edip Sunullah Efendi’yi de görevine iade etmek zorunda kaldı.
Yine on yedinci yüzyıl başlarından itibaren, o zamanki dinî ve fikrî hoşgörü çok azaldı ve tasavvuf ehline aşırı düşmanlık besleyen bir vaizler gurubu çıktı. Bunlar devletin geri kalışını ve buna bağlı olarak siyasî ve ekonomik bir yığın problemin sebebini de, sonradan ortaya çıkmış olan bid’atler olarak gösteriyorlardı. Bu vaizler grubuna Kadızadeliler veya Fakılar deniyordu. Vaizler grubunun faaliyetleri neticesinde Halvetî ve Mevlevî tekkeleri oldukça sıkıntılı günler yaşadılar. Zira vaizler, zikir, sema’, devran…. gibi sütî pratiklerini bid’at, hattâ küfür olarak görüyorlardı.
Bu grubun başında Kadızade Mehmet Efendi (öl. 1635) ve daha sonra da Üstüvânî Mehmed Efendi (öl. 1668) bulunuyor; karşı tarafta da sufî eğilimi temsil eden Sivâsî Efendi (öl. 1640) ve taraftarları yer alıyordu. Kadızadelilerle Sivasi Efendi taraftarları, bir başka ifadeyle, ulemâ-i rusûm ile tasavvuf ehli olanlar arasında ortaya çıkan anlaşmazlık temelde on altı mesele idi. Konuyu aydınlatmak, bir anlamda orta yolu bulmak amacıyla Katip Çelebi, Mizânül-Hakk adlı eseri kaleme almıştır.
IV. Murad da Kadızadeliler tarafını tutuyor; tekke ve zaviyelere baskı uyguluyor, hatta kimi ileri gelenlerini hapsettiriyordu. Halk bu durum karşısında Celâlî isyanlarını destekleme durumuna gelmişti. İşte ulamanın ve medrese öğrencilerinin sufîler karşısında takındıkları olumsuz tutum, halk arasında bu kesime karşı hoşnutsuzluğun giderek artması sonucunu doğurmuştur. Neticede, bazı şeklî ve sığ bir dinî anlayışı yansıtan hoşgörüsüz ve saldırgan tutumu ifade için “softa” tabirini benimsemiştir. Dilimize de ilmiyeden olanları aşağılama amacıyla kullanılan, körükörüne bir düşünceye bağlanan sığ anlayışı ifadede kullanılan kelime olarak yerleşmiştir. Aynı anlamda kullanılan “sofu” kelimesi ise sadece bir yanlışlıktan kaynaklanmaktadır.
Seyfullah SEVİM