SEYYİDÜ’L-MÜRSELİN
Peygamberlerin efendisi, önderi, ulusu, Rasûlüllah (s.a.s)’in mübarek isimlerinden biri.
Seyyid kelimesi zaten Rasûlüllah (s.a.s)’in güzel isimlerindendir. Bu sözcük Rasûlüllah (s.a.s)’e isim olarak şu manâlara gelmektedir:
Kendisine uyulan ve bağlayıcı son söz kendisine ait olan önder, ihtiyaçlarında insanların kendisine sığındığı ulu. Dinde önder; güzel ahlâklı kişi; Rabbına itaat eden kul; dinin inceliklerini bilen alim; ilimde, ibadette, takvada yücelen kişilik sahibi; ilim sahibi ve zâhid; lüzumsuz öfkelenmeyen ve Allah katında şerefi ve değeri yüce kişi; büyük ve kendisine hased edilmeyen; kendisine itaat edilen ve her türlü hayırda akranından üstün olan, kendi payına verilen ilâhî nasibe kanaatkâr; Allah’ın kazasına razı olan ve Allah’a dayanan;
Himmet ve gayretini dünyaya bağlamaktan münezzeh (Suyûtî, er-Rıyadül-Erîka fi Esmâi Hayril-Halika, Beyrut 1985, s. 177).
Rasûlüllah (s.a.s)’e “seyyid” denilip denilmeyeceği gündeme getirilir ve kendisine “Seyyidül-Kureyş” diyen birine “Seyyid Allahtır” (Buhari, Fedailu Eshabih-Nebiyy, 5; Ebû Davûd, Edeb, 9; İbn Hanbel, 4/24-25) hadisi öne sürülürse buna verilecek cevap şudur:
Her şeyden önce Cenabı Hak, kendi güzel isimlerinden bir kısmını Habibine ikram buyurmuştur. Seyyid ismi de bunlardan biridir. Bu isimler Cenabı Hak’taki gücüne göre değil, Rasûlüllah (s.a.s)’in varlığına göre değerlenir. Seyyid kelimesi de böyledir. Cenabı Hak her şeyin yaratıcısı (el-En’am, 6/102; er-Ra’d,13/16). Mülkün Sahibi (Âlu İmrân, 3/26). Hakimlerin Hakimi (el-A’râş 7/78; et-Tin, 95/8) olarak Seyyid’dir.
Rasûlüllah (s.a.s) ise kıyamet gününde insanların Seyyidi’dir (Buharî, Enbiya, 3); dünyada da Ademoğullarının Seyyidi’dir (Ebû Davûd Sünnet, 13).
en-Nahhâs, Allah’dan gayrisine harfi tarifsiz olarak “Seyyid” denilebilir demiş; İmam Nevevî bunun caiz olduğunu söylemiştir (Suyûtî, er-Rıyadül-Erika, s. 178).
Seyyidlik büyüklüktür, iyiliktir, güzelliktir. Onun için Rasûlüllah (s.a.s):
“Bir kişi bir münâfığa seyyid, derse Azîz ve Celîl olan Rabbını gazaplandırır” buyurmuştur (Hakim, el-Müstedrek, IV, 311).
Bakara süresi 285. âyetinde, “O’nun peygamberlerinden hiç birini diğerinden ayırmayız” buyurulması Rasûlüllah (s.a.s)’in Seyyidül-Mürselin olmasına mani değildir. Çünkü Cenab-ı Hak yine Kur’an-ı Kerîm’de;
“İşte Biz, o elçilerden kimini kiminden üstün kıldık” (el-Bakara, 2/253) buyurulmaktadır. Bu demektir ki, Hz. Muhammed Mustafa’nın da diğer Peygamberlerden üstün yönleri vardır. Bu üstünlükler diğer peygamberlere nisbetle çok fazladır. Bunlardan birisi de onun “Seyyidü’l-Mürselin” oluşudur. Çünkü kendisi öğrettiği bir duada bu güzel ismini kullanmıştır (İbn Mâce, İkame, 25; Kâdı Iyaz, eş-Şifa, I, 148).
O “Seyyidül-Mürselin”dir. Çünkü diğer peygamberler sadece bir kavme gönderildiği halde o, bütün insanlığa gönderilmiştir. Aynı zamanda o, insanlara gönderilen peygamberlerin de tamamlayıcısıdır. O insanlara olduğu gibi cinlere de gönderilmiştir.
Peygamberlerin de efendisi olduğu hususu şununla da sabittir ki, mahşer halkını hiç bir peygamber mahşerin sıkıntısından kurtaramazken, Seyyidül Mürselin olan Hz. Muhammed (s.a.s) herkesi içine alan bir şefaat (şefaat-i uzma) ile mükellef varlıkları mahşer sıkıntısından kurtaracaktır (M. Sofuoğlu, Sahih-i Buhârî ve Tercemesi, XVI, 7313-7315).
Kendisi hakkında şöyle buyurmuştur:
“Ben kıyamet gününde insanların seyyidi-efendisiyim ” (Buhari, Enbiya, 3; Müslim, İman, 327; Tirmizi, Kıyamet, 10);
“Ben Ademoğullarının efendisiyim” (Ebû Davûd, Sünnet, 13; İbn Mâce, Zühd, 37).
İbn Mes’ud (r.a)’den gelen bir rivayette de şu duayı öğretmiştir:
Allah’ın salâtını, rahmetini ve bereketlerini peygamberlerin efendisi (Seyyidül-Mürselin), takva sahiplerinin önderi, nebilerin sonuncusu, kulun, rasûlün, hayırların imamı, hayırlıların kumandanı, rahmet elçisi olan Muhammed’e ver” (İbn Mâce, İkame, 25).
İsmail KAYA