RÜŞD
Doğru yolu bulma, akıllı davranma, akıl ve ruh bakımından olgunlaşma, iyilikleri elde edebilecek olgunlukta olma; malını korumak için gerekli tedbirleri alan ve saçıp savurmaktan korunan kimsenin vasfı anlamında bir İslâm hukuku terimi. Bu vasfa sahip olana reşîd denir. Reşîdin zıddı setihtir. Sefîh; aklı başında ve temyiz gücü tam olmasına rağmen, malı üzerinde akıl ve mantık dışı tasarruflarda bulunan kimsedir (İbn Âbidîn, Reddül-Muhtâr, V, 95; Mecelle, mad, 946, 947).
Rüşd, temyizden farklıdır. İnsan iyiyi kötüden, hayrı şerden ayırmakla birlikte, malını ve servetini iyi bir şekilde idare etmeyi beceremeyebilir. Çünkü, malın idaresi ve işletilmesi ayrı bir tecrübe ve kabiliyet gerektirir. Bu yüzden şer’î ve cezâî yükümlülüklere ehil olan bir kimse, âkıl ve bâliğ olsa da, mâlî tasarruflar bakımından reşîd olmayabilir. Çünkü rüşd yaşı, şahsın eğitilmesine ve özel kabiliyetlerine göre buluğdan önce veya sonra yahut her ikisi birlikte gerçekleşebilir. Ancak buluğdan önce oluşacak rüşd hâline itibar edilmez.
Rüşd yaşına ulaşan kimse, her yönüyle iman, ibâdet, sosyal, mâlî ve hukukî bütün konularda tam edâ ehliyetine sahiptir. Bu kimsenin üzerinden mâlî vesâyet kalkar ve malı kendisine teslim edilir. Âyette şöyle buyurulur:
“Yetimleri nikâh çağına ulaşmalarına kadar yetiştirip deneyin. Onların akılca olgunlaştıklarını (rüşd) görürseniz, mallarını kendilerine teslim edin ” (en-Nisâ, 4/6). Bu duruma göre, bir kimse reşid olarak büluğa ererse ehliyeti tam olur; onun üzerinden velâyet kalkar, malları kendisine teslim edilir, bütün tasarrufları ve ikrârları geçerli olur.
Reşîd olmayarak büluğ çağına ulaşan kimsenin ise, İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre, eksik edâ ehliyeti sona ermez ve onun üzerinde mâlî velâyet devam eder; mâlî tasarrufları geçerli olmaz ve malı kendisine teslim edilmez. Ancak; terbiye, tedavi, eğitim-öğretim ve evlilik gibi şahıs üzerindeki velâyet ise, kişinin âkıl olarak mücened büluğa ermesiyle kalkar: Yani rüşd şartı, yalnız mâlî tasarruflarla ilgilidir. Çoğunluğa göre, nass’larda rüşd için belli yaş sınırlaması da yapılmamıştır. Kişi reşîd oluncaya kadar mâlî kısıtlılık (hacr) devam eder. Saîd b. Cübeyr (ö. 95/713) ve imam Şa’bî (ö. 103/712), “Kişi sakalından tutulur ama reşîd olmayabilir” demişlerdir. Dahhâk (ö. 105/713)’ın da şöyle dediği nakledilmiştir: “Yetimin malı, yüz yaşına ulaşsa bile, malını iyi idare edeceği anlaşılıncaya kadar kendisine teslim edilmez” (İbn Rüşd, Bidâyetül-Müctehid, II, 276 vd.; İbn Âbidîn, Reddül-Muhtâr, V,104; Ebû Zehrâ, Usülül-Fıkh, s. 335-337).
Ebû Hanîfe (ö. 150/767) ise yukarıdaki görüşe karşı çıkarak, akıllı fakat reşîd olmaksızın büluğ çağına ulaşan kimsenin tam edâ ehliyetine kavuşacağını, insanlığına bir saygı ve şerefini korumak amacıyla üzerinden velâyetin kalkacağını söyler. Ancak malı, kısıtlama (hacr) yoluyla değil de, ihtiyât ve terbiye amacıyla, fiilen reşîd oluncaya veya yirmi beş yaşına ulaşıncaya kadar kendisine teslim edilmez. 25 yaş, kişinin dede olabileceği bir yaştır. O’na göre, âkıl bâliğ kimseyi akıl hastalığı ve bunama dışında, hacr altına alarak tasarruflarını kısıtlamak, insanın şeref ve özgürlüklerine tecavüz anlamı taşıdığı için, mâlî zarardan daha büyük bir zarardır. Diğer yandan kısıtlı kişi, daha önce yaptığı sözleşmeleri yerine getiremez. Halbuki akitlere uyulmasını bildiren nass’lar vardır (bk. el-Mâide, 5/1). Enes b. Mâlik’ten (ö. 91/717) rivâyete göre, alış-verişlerinde aldatılan bir adamın ailesi Rasûlüllah’a gelerek kısıtlanmasını istemiş, Nebî (s.a.s) onu kısıtlamayarak, kendisine “Bir şey satın aldığın zaman, aldatma yok, benim için üç gün muhayyerlik hakkı vardır, de” buyurmuştur (Buhârî, Buyû’, 48, Husumât, 3; Müslim, Buyû’, 48). Eğer aklı başında olan kimseyi kısıtlamak gerekseydi, Hz. Peygamber bu sahabeyide kısıtlardı.
Bu duruma göre İslâm hukuku rüşd için belirli bir yaş sınırı koymamakla birlikte, bu çoğu zaman bulûğdan sonra ortaya çıkar. Standard bir rüşd yaşı belirleme, devrin şartlarına, iklime, halkın yetişme ve kültür düzeyine göre yöneticilere bırakılmıştır.
Osmanlı İmparatorluğunda 1288 H. tarihli bir fermanla, yirmi yaşını doldurmamış kişilerin rüşd davalarının reddedilmesi istenmiştir (Ali Haydar, Dürarul-Hukkâm, 989. maddenin şerhi).
Hamdi DÖNDÜREN