NATÜRALİZM (Tabiatçılık)
Tabiatı tek gerçeklik, bilgi ve değer kaynağı olarak kabul eden ve insan zihnini doğal kavramlarla izah eden sistemlerin genel adıdır. Başka bir ifadeyle Natüralizm, felsefe, ilim, ahlâk ve sanattaki her çeşit yorumu tabiat ve tabiat ilkelerine göre yapan, bütün fizik ve metafizik gerçekleri tabiata ve maddeye indirgemeye çalışan bir doktrindir. Bunlara göre, gerek hayatta, gerek hayatın ötesinde olup ta tabiata indirgenemeyen hiçbir şey yoktur. Tabiatın dışında, varlığı ve eşyayı açıklamak için kullanılabilecek aşkın (müteal, transcendant) bir ilke de mevcut değildir.
Natüralist varlık açıklaması, özellikle Sosyoloji, Antropoloji, Ahlâk ve Sanat gibi sahalarda yoğunlaşmıştır. Bu doktrin insanı basit bir tabiat parçasına; onun davranışlarının kriteri olan ahlâkı hazza; sanatı tabiat taklitçiliğine indirgemiştir. Metafizik gerçeklikleri ise ya inkâr etmiş veya maddeye, tabiata irca etmekle onu tanrılaştırmıştır.
Düşünce tarihinde natüralistler; materyalistlerle aynı kategoride müteala edildikleri halde, bunlar ilke olarak ruhun ve Allah’ın varlığını kabul ederler; fakat bunları da sonunda tabiata irca ederler. Natüralistler varlığı temellendirmede ve bilgi elde etmede metod olarak duyu ve deneyi, tümevarım (el-İstikra) yolunu kullanırlar. Varlık felsefesi açısından realist; bilgi felsefesi açısından ise ampristtirler. Tabiat ve tabiattaki objeleri felsefelerine hareket ilkesi yapan Materyalizm, Darwinizm, Materyalist Panteizm, Nominalizm, Mekanizm, Enerjetizm vb. gibi birçok felsefi sistem natüralist bir karakter taşımaktadır. Natüralizm, birçok felsefe sistemi gibi, Antikçağa dayanır. O günden bu güne tabiatı müessir bir güç ve fâil bir kuvvet kabul eden Natüralizm, ruhî ilkeleri maddeye irca eden Darwinizm ile, Tanrı ile Cevheri aynı Cevherde birleştiren Materyalizm ve Natüralist Panteizm ile esasta birleşmektedir. Natüralizmin tabiat ve varlık, anlayışı, benzeri sistemlerinkinden hem çok daha geniş ve kapsamlıdır. Bu nedenle, tümel fikirlerin ve kav- ramların gerçekliğini inkâr eden sofistlerden, stoacılar, epikürcüler; Ortaçağda Roselinus, d’Occam; Yeniçağda St. Mill vb. ne varıncaya kadar ki nominalistler de Natüralizmin temsilcileri durumundadır. Zira Natüralizm ve Küllî Mekanizm duyumculuk ve deneyciliği metod edinmiş olan Nominalizm (Adcılık) vasıtasıyla yerleşmiş ve yaygınlaşmıştır.
Natüralizm, İslâm felsefesi geleneğinde zaman zaman yer alan bir varlık açıklamasıdır. Bu görüşün mensubu olan filozoflar, varlık açıklaması ve bilgi konusunda Batılı meslektaşları gibi deney ve tümevarım metodunu kullandıkları için İslâm dünyasında ilk Amprist filozoflardır. Bunlara göre bilginin kaynağı duyulardır. Bu görüşü İslâm dünyasında ilk temsil eden Ebû Bekir Zekeriya er-Razı’ (841-926) dir. O, sistemini Allah, Mutlak Zaman, Mutlak Mekan, Ruh (Işık) ve Madde (Karanlık) gibi beş ezelî olarak kabul ettiği prensip üzerine dayandırmıştır. Ona göre akıl, iyi ile kötüyü, Allah’a aid şeyleri bilme ve dünya işlerini düzenlemek için yeterlidir; bu nedenle peygamber, vahiy vb. gibi başka rehberlere ihtiyaç yoktur. er-Razî, ruhun bedenden bedene geçtiğini (tenasühü) kabul ettiği için tipik bir natüralisttir. Yine o, ruhun ölümsüzlüğüne inandığı için salt materyalistlerden, ruhun bedenden bedene geçtiğini (istihale) kabul ettiği için de kelâmcılardan ayrılır:
İnsanı tabiatın bir parçası olarak kabul eden Natüralizm, ahlâkî hayat dediğimiz yaşayış biçimini de tabiat kanunlarına uydurmaya çalışır. Bu sisteme göre, tabiat ve tabiat bilimlerine uygun yaşamak ve hareket etmek ahlâkîliğin ta kendisidir. Çünkü ahlâkî olgunluğun hedefi, hayat, hayatın devamı, yaşama arzusu ve ihtiyaçların tamamı birer içgüdü faaliyetinden ibarettir. İnsandaki ahlâkî değerler, aynı zamanda, tabiatta da var olan değerlerdir; ahlâkî kavramlar da deneysel kavramlardan ibarettir.
Natüralistlere göre, iyi, bize faydalı olan, işimize yarayan ve bize haz sağlayan, aynı zamanda, içgüdü ve insan tabiatına en uygun olandır; natüralist ahlâk, ütilitarist (faydacı) ve prağmatist (menfaatçı) bir ahlâktır.
Hayatı, zihinsel faaliyetleri ve değerleri tabiatın çeşitli fiziksel görünüşlerinden ibaret sayan Natüralizm, sanatta da tam bir tabiat taklitçisidir. Kayıtsız şartsız tabiatı taklide dayanan natüralist sanat, idealist sanat anlayışının zıddı, realist sanat anlayışının da eşanlamlısıdır. Bu sanat anlayışı hayat ve tabiatın kaba, adî, çirkin ve iğrenç yanlarını abartmalı bir şekilde tasvir eder. Bu tavrıyla Natüralizmin, gerçekliği göründüğü gibi yansıtmaktan başka bir başarısı yoktur. Natüralist sanatın en başarılı sanatçısı ünlü Fransız romancısı Emile Zola (1840-1902)’dır. Zola bu sanat dalının üstadı sayılır. O, Natüralizme deneycilikle birlikte determinizm ve katılımcılığı da ilave etmekle onu realizmden ayırmıştır. Bu yolla Zola, bir çeşit tabiat ilimlerinin metodunu sanata uygulamıştır. Ona göre, sanatçının tavrı, laboratuardaki bilim adamının tavrı gibi olmalıdır; sanatçı tıpkı bilim adamı gibi kendisinden hiçbir şey katmadan ve olmakta olanı olduğu gibi yansıtmak zorundadır; şiirde, hikâye ve romanda yazarın bir dili yoktur; kahraman hangi dili konuşuyorsa yazar da o dili kullanmalıdır. Natüralist sanat akımının Batıdaki diğer temsilcileri arasında Paul Alexis, H. Ceard, Leon Hennique, Becque’i, bizde de Beşir Fuad’ı zikredebiliriz.
Natüralizm büyük ölçüde varlığı, düşünce ve değerleri tabiata irca eden bir anlayış olduğu için; böyle bir anlayışa ilâhî dinlerde rastlamak mümkün değildir; ayrıca böyle bir düşünce bu dinlerle de bağdaştırılamaz. Çünkü, metafizik ve mantıkî manada Natüralizm, Materyalizm ve Pozitivizm ile aynı anlama gelmektedir. Natüralizmin İslâm düşüncesiyle de hiçbir ortak yanı yoktur. Gerçi İslâm düşüncesinde Tabiat Felsefesi içinde yer alan “Tabüyyûn” Allah’ın ve ruhun varlığını kabul ediyorlarsa da, onları da sonunda tabiata veya oradaki ilkelere irca ediyorlar. Natüralistler bu indirgemeci tavırlarıyla herşeyi tabiata indirgediklerini zannederek, yani tabiatı tanrılaştırarak aslında üst olanın alt olana indirgenemeyeceğini unutmuş görünmektedirler. Çünkü toplumsal ilkeler fizikî ve biyolojik ilkelere, metafizik ilkeler de fizikî ilkelere asla irca edilemezler.
Her şeyi tabiata indirgeyerek açıklığa kavuşturduğunu zanneden natüralistler, ahlâk ve sanatı tabiat kanunlarına, “iyi”yi “haz”za, “güzel”i tabiat taklitçiliğine indirgemekle aynı hataya düşmüşlerdir. Ahlâkı, güdüsel bir ilkeye dayandırmakla da amacı araç haline getirmişlerdir.
Natüralizme karşı Endeterminizm, Mutasyon gibi bir takım düşünce ve çalışmalar geliştirilmiş, bu çalışmalar neticesinde tabiatçılık büyük ölçüde önem ve değerini kaybetmiştir.
Hüsameddin ERDEM