NAKİD
Akçe, madenî para, para olarak bulunan servet, peşin para, altın ve gümüş için kullanılan bir İslâm hukuku terimi. Çoğulu nukud gelir. Vezni ve ayarı düzgün, gerekli özellikleri taşıyan paraya da nakid denir. Bir mastar olarak, paranın züyûfunu hâlisinden, sahtesini hakikisinden ayırma anlamında da kullanılır. Bir İslâm hukuku terimi olarak altın ve gümüşü ve bunların madrûb ve meskûkünü ifade eder. Diğer yandan İslâm hukukçuları altın ile gümüşten başka madenden basılıp kabul edilen fels ve kâğıt paralara, ancak kıyas ve benzetme yoluyla nakid tabirini kullanırlar.
İktisatçıları, alış-verişlerde mübâdele aracı olan her şeyi gerçek anlamda nakid saymışlardır. İslâm hukukçularına göre ise, satış bedelinin (semen) geçerli olması için, onun şer’an kullanımının caiz ve helâl olan eşyadan bulunması şarttır. Bu yüzden rakı, şarap gibi sarhoş edici şeylerin ve domuz etinin nakid yerinde mübâdele vâsıtası olarak kullanılması caiz değildir. Fakat ekonomi ilmi kendisini dinî bir kayıtla bağlı saymadığı takdirde eşyanın helal veya haramlığını dikkate almaz. Ancak İslâm’la, çağdaş egemen ekonominin birleştiği nokta şudur: Piyasada satış bedeli ve mübâdele aracı olarak kullanılan, toplum tarafından ittifakla kabul ve itibar olunan her şey altın ve gümüş gibi mübâdele aracı sayılır. Çünkü İslâmî açıdan ölçü, tartı veya standard olup sayı ile alınıp satılan şeylerin (misliyât) satış bedeli (semen) yapılması mümkün ve câizdir. Bir ton buğday karşılığında on tane koyun satın almak gibi (el-Kâsânî, Bedâyiu’s-Sânayi’, V, 234; İbnül-Hümâm, Fethul-Kadir, V, 368; el-Fetâvâ’l-Hindiyye, IV,12,13; K. Miras, Sahih-i Buhari Tecridi Sarîh Tercemesi, Ankara 1978, V, 71, 72).
İslâm fıkhı kaynaklarında kullanılan nakdeyn (iki nakid) tabiri altın ve gümüş parayı ifade eder. Çünkü gerek Hz. Peygamber ve Râşid halîfeler ve gerekse büyük müctehidler dönemlerinde tedavülde bulunan para, altın ve gümüşten ibarettir. İslâm’dan önce kullanılan İran, Roma, Bizans ve Yemen sikkeleri Emevî hükümdarı Abdülmelik b. Mervan’ın H. 75 tarihindeki para basımına kadar piyasaya hâkim olmuştur. Hz. Ömer’den itibaren, Hz. Osman (Ö. 35/655), Muaviye (Ö. 60/679) ve Abdullah b. Zübeyr (Ö. 72/691) para basmışlarsa da bu paralar mevziî kalmış ve ülke çapında yayılmamıştır. Hz. Ömer, gümüş para birimi olan dirhemle, altın para birimi olan miskal (dinar) arasında standard bir oran tesis etmiştir. Hz. Peygamber devrinde ağırlık bakımından 10 dirhem (10 miskal), 10 dirhem (6 miskal), 10 dirhem (5 miskal) olmak üzere üç çeşit dirhem vardı. Hz. Ömer’in kurduğu para komisyonu, standardizasyon çalışması sonunda üç çeşit dirhemi toplayarak, çıkan ayı üçe böldü. Bu duruma göre, 10 dirhem (7 miskal) ağırlığı esas alındı. 1 Şer’î dirhem 2,8 gr.; 1 dinar (miskal) yaklaşık 4 gr. olunca,10 dirhem gümüş 28 gr.; 7 dinar altın da 28 gr. olur. Bu oran, daha sonraki devirlerde de genellikle korunmuştur (İbnül-Hümâm, a.g.e., II, 522; el-Mâverdî, Ahkâmûs-Sultâniyye, Kahire 1298, s. 148; K. Miras, a.g.e., V, 40, 48, 49; Ö. Nasuhî Bilmen, İstilâhât-ı Fıkhıyye Kâmusu, İstanbul 1967, 120, 121, 124; İ. Artuk, “Sikke”, İ.A. X, 622; Hamdi Döndüren, İslâm Hukukuna Göre Alım Satımda Kâr Hadleri, Balıkesir 1984, s. 62, 68; çağdaş Ekonomik Problemlere İslâmî Yaklaşımlar, İstanbul 1988, s. 24, 46).
Hamdi DÖNDÜREN