MÜSTEŞRİK
Şark yani doğu ilimleri ile ilgilenen kimseye verilen ad. Bu arada İslâmî konularda araştırma yapan Batılı ilim adamlarına da müsteşrik denilmektedir. Bu insanların gerek Doğuda ve gerekse Batıda önemli ağırlıkları vardır. Bu insanlar, Doğu dil ve medeniyetlerini bilmeleri dolayısiyle özellikle Batı düşünce ve ideolojisine mensup lider kadroların özel bir ilgi ve saygısına muhatap olmuşlardır.
Müsteşriklerin tarihi, miladın 16. yüzyılına kadar ulaşır. Müsteşriklik fikrini doğuran amiller dini, siyasî ve iktisadidir. Dinî amilin anlaşılması gayet kolaydır. Bunların maksadı hristiyanlığı yaymak ve bu daveti tebliğ etmektir. Bunun için İslâm’ın eksik ve yanlış olduğunu anlatarak hristiyanlığın müslümanlıktan üstün ve değerli olduğunu göstermeye çalışacaklardır. Böylece kültürlü ve aydın kitleler arasında hristiyanlığı teşvik edeceklerdir. Bunun için görüyoruz ki, çoğunlukla müsteşriklerle misyonerler ortak faaliyet yapmaktadırlar. Müsteşriklerin (oryantalist) çoğunluğu papazlarla büyük bir kısmı Yahudi din adamlarıdır.
Müsteşriklik hareketinin genel anlamda siyasî etkenine gelince… Bunlar genellikle Batı devletlerinin Doğu memleketlerindeki ajanlarıdır. Görevleri ilmî güçleriyle Batının egemenliğini sürdürmek, bunun için de Şark memleketlerinin alışkanlıkları ve gelenekleri üzerine tafsilatlı bilgiler edinmek, onların hayat ve çalışma tarzlarını öğrenmek, dil ve edebiyatlarını belleyerek psikolojik yapılarını ortaya koymaktır. Bunlardan aldığı bilgilerle batılılar, doğu ülkelerindeki nüfuz ve egemenliklerini sürdürmenin yollarını öğrenmektedirler.
Ayrıca müsteşrikler batı devletleri için problem çıkaracak ve engel olabilecek düşünce ve fikir hareketlerini kamçılayıcı veya dindirici rol oynamaktadırlar. Öyle bir ortam meydana getirmeye çalışmaktadırlar ki, kimse onlara dokunamamakta, kendi görüş ve medeniyetleri çevresinde bir nevi saygı ve kutsiyet meydana getirmektedirler. Onların yaptığı her şey mutlaka uyulması ve taklit edilmesi gereken ve memleketin gelişip kalkınması için tutulacak biricik yol olduğu izlenimini vermektedirler. Böylece Batı medeniyetinin ve düşüncesinin kafalardaki egemenliğini devam ettirmeyi hedef almaktadırlar.
Müsteşrikler Kur’an, Sünnet, Peygamber’in hayatı, Fıkıh ve Kelâmın her konusunda araştırma yaptıkları gibi; Sahabenin, Tabiinin, Müctehid imamların, Fakihlerin, Hadisçilerin, hadis ravilerinin, Cerh ve Tadil sanatının, rivayet sahiplerinin hepsine temas eden çalışmalar yapmışlar, Sünnetin delil olup olmayacağı, tedvin şekli ve İslâm hukukunun kaynağı konularını araştırmışlardır. Bütün bu araştırmalarını şüphe davet edici bir üslup ile yapmışlardır. Yaptıkları tek şey bu konularda derin görüşleri olmayan zeki bir kişinin İslâm konusundaki görüş ve inancında büyük sarsıntılar meydana getirmektir (Ebu’l-Hasan en-Nedvi, İslam Ülkelerinde İdeolojik Savaş, İstanbul 1976, s. 226).
Oryantalizmin üzerinde geliştiği temeli ilk kez hristiyan misyonerler atmıştı. Bu ilgi özellikle 19. yüzyılın ilk yarısıyla 20. yüzyılın ilk yıllarında zirvesine ulaştı. Bu dönemlerde, Belçikalı, Fransalı, İngiltereli, Hollandalı, İspanyalı ve Amerikalı misyonerlerin hepsi çalışmalar yaptı. S.Svemer, H. Lammens, D.B.Mac Donald, M.A.Palacious, C.De Faucault, M. Watt, K. Cragg gibi isimler çalışmalarını yayınladı. İslâm konusundaki şüpheler ortaya serildi ve onu ikinci sıradan bir konuma düşürme çabaları başladı.
D.Mac Donald Müslüman toplumlarının Avrupa medeniyetiyle karşılaştıkları zaman İslâm inancının çöküntüye uğrayacağına inanıyordu. “Muhammed efsanesi” çöktüğünde yani “onun kişiliği ve hayatı hakikat ışığı altında incelendiğinde” “bütün inanç çökecekti”. “Bu insanların, hristiyan okulları ve rahipleri tarafından kurtarılması, kazanılması gerekiyor” diyordu. Misyoner faaliyetlerinin en etkili biçimde gerçekleştirilebileceği şekil, “Muhammedizm’e cepheden saldırma değil”di. “Aksine yeni fikirlerin, bu inancın temelini aşındırmasını beklemek yeterliydi”.
Montgomery Watt vb. kimseler ise “Muhammed’in İslâm’ı çok eski bir din gibi şekillendirmeye çalıştığına” inanıyordu. Eski din, musevilikti. Müslümanların ilk kıblesi Kudüs’tü. Watt daha ileri giderek, Musevilerin Muhammed’le ilişkilerinin olduğunu, İslam’ın “Bir musevilik mezhebi olabileceğini” ileri sürdü. Gerçekten de misyoner oryantalistlerin bir tek amacı vardı. O da “Peygamberin peygamberliğini reddetmek ve Kur’an’ın vahiy olduğu konusundaki inancı çürütmekti”. Bir başka deyişle İslâm konusundaki çabaları, onu anlamak için değil, gözden düşürebilmek içindi.
Misyoner çıkarlarla ticari çıkarlar 17. yüzyıl sırasında çakışmaya başladı. İngiltere, Fransa, Almanya, Portekiz, Hollanda ve İspanyalı kişiler müslüman ve gayrı müslim topraklarda ticarî şirketler kurmaya başladılar. Müslüman ülkeler ana ilgi odağını oluşturuyordu. Çünkü Hindistan’ın büyük bir bölümü Moğol; Ortadoğu ise Osmanlı yönetimi altındaydı. Avrupalı ticaret şirketlerinin siyasî boyutlar kazanması için uzun zaman geçmesi gerekmedi. Bu bölgelerdeki kullanılmamış hammaddelerin talan edilmesi işi, tekelleştirme ve kârın devamlılığı için siyasî kontrolü gerekli kılıyordu.
Avrupalıların bu ülkelerdeki ekonomik ve siyasi çıkarları gelişirken, bir taraftan da buraların kültür, dil ve dinleri hususunda ilgileri artmaya başladı. Gezginlerin ve ilim adamlarının yazdığı yazılar her yana yayıldı. Onlara göre Doğu egzotik ve sır dolu bir diyardı. Abraham Hgacinthe, Anguetil Duperron ve Sir William Jones gibi ilim adamları İran Zerdüştlüğünün Avestalarını, Hinduizmin Upanişadlarını Batı dillerine çevirmişler ve 1784’de Bengal Asyatik Derneğini kurmuşlardı. Bilimsel Oryantalizm denen dönemin ise Silvestre de Sacy’in 1795’te Paris’te “Oryantal dilleri Ekolü”nü kurması ile başladığı düşünülür. Napolyon’un Mısır’ı fethi sırasında pek çok ilim adamını yanında götürdüğü ve Mısır üzerine yirmi üç ciltlik bir kitap yazdırdığı bilgisi hiç de şaşırtıcı değil. Böylelikle Mısıroloji denen bir disiplin kurulmuş olmaktadır.
“Bölgeyi içinde yüzdüğü barbarlıktan kurtarmak ve muhteşem mazisine döndürmek, Doğuya Batı hakkında bilgiler vermek” planları yapılıyordu.
“Doğunun siyâsî olarak baş eğdirilişi sırasında kazanılan muhteşem bilgiler askeri amaçlara hizmet edecek, Doğu, formülleştirilecek, şekil verilecek, kimlik ve tanım kazandırılacak, hatıralardaki yerine oturtulacak, imparatorluk için önemi belirlenecek ve Avrupa’ya bağlı rolü irdelenmiş olacaktı.” Bu tür meraklar ve çıkarlar, bir sürü çeviriler, sözlükler, seyahat kılavuzlarının yayınlanmasını sağladı. Hepsinin amacı Doğunun daha kolay anlaşılabilir hale gelmesini sağlamaktı. Ama 19. yüzyıl ile beraber bu düzensiz ve bağımsız çalışmalar, döneme hakim olan bilimsel bilincin gelişmesiyle daha bir sistemli hale geldi. Doğu çalışmalarına nasıl yaklaşılması gerektiği hususunda, Doğubilimciler arasında yavaş yavaş bir uzlaşma belirginleşmeye başlamıştı (Asaf Hüseyin, Oryantalizmin İdeolojisi, Oryantalistler ve İslamiyatçılar, Çev. Bedirhon Muhib, İstanbul 1989, s. 19).
Kısaca müsteşrikler, kendi din ve kültürlerini Doğu toplumlarında hakim kılmak; İslâm’ı uluslar arası planda küçük düşürmek gayretinde olan ve çoğu Yahudi ve Hristiyan din adamlarından ibaret bir kesimdir. Fakat bu arada, insaf sahibi olup da Doğunun ve özellikle İslâm’ın güzellik ve üstün yönlerini görüp, bunları eserlerinde yansıtma durumunda kalanlar da -az da olsa- görülmüştür.
Sami ŞENER