MÜKELLEF
Yükümlülük sahibi kişi, yükümlü kılınan kişi; arapça “teklîf” mastarından ism-i meful. Bir fıkıh terimi olarak; “İslâmî emir ve yasakların muhatabı olan ve bunlara uymakla yükümlü bulunan kimse” demektir. “Allah bir kimseye gücünün yeteceğinden fazlasını yüklemez” (el-Bakara, 2/286) âyeti sorumluluğu gücün yetmesi ile sınırlar.
Dinî emir ve yasaklara muhatap olabilmesi için kişinin akıl ve fizik bakımından belli olgunluğa ulaşması gerekir. Kişinin, insan varlığına ait hak ve borçlara ehil olma vasfına “ehliyet” denir. Bu ehliyet anne karnındaki ceninden itibaren rüşd yaşına kadar çeşitli safhalar geçirir. Ehliyet, vücub ve eda ehliyeti olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Vücub ehliyeti: Kişinin lehine ve aleyhine olan hakların sübutuna elverişli olmasıdır. Bu, borçlanma ve borçlandırma ehliyetidir. Bunun dayanağı insanlık sıfatıdır. Yaş, akıl ve rüşd ile ilişkisi yoktur. Eksik ve tam olmak üzere ikiye ayrılır.
a. Eksik vücub ehliyeti: Bu ana karnındaki cenine ait bir ehliyet olup, doğuma kadar devam eder. Cenin, yalnız lehine olan haklardan yararlanır. Aleyhine olan haklar onun hakkında sabit olmaz. Cenin sağ doğmak şartıyla mirasçı olur, lehine vasiyet edilen mala sahip bulunur, yine lehine vakıf geçerlidir, babası cihetinden nesebi sabit olur. Aleyhine olan medeni haklar ise sabit olmaz. Meselâ, babasının cenin adına bir şey satın alması veya cenine ait bir malı başkasına hibe etmesi geçerli değildir. Yine cenin, nafaka vb. mali yükümlülüklere muhatap olmaz.
b. Tam vücub ehliyeti: Şahsın lehine ve aleyhine olan hak ve borçlara ehil olmasıdır. Akıl hastaları ile yedi yaşından küçük olan gayri mümeyyiz küçükler tam vücub ehliyetine sahiptirler. Henüz idrak ve muhakeme teşekkül etmediği için bunlarda eda ehliyeti yoktur. Lehine yapılan hibe, vasiyet ve vakıf geçerlidir. Ayrıca onu borç ve yükümlülük altına sokan satım, kiralama, karz ve rehin gibi medeni akitler veli veya vasi tarafından onun adına yapılır. Bunların semere ve sonuçları akıl hastası veya gayri mümeyyiz küçüğe ait olur.
Diğer yandan gayri mümeyyiz küçük haksız fiillerinden veya veli yahut vasisinin onun adına yapacağı tasarruflardan doğan borçlardan bizzat sorumludur. Ancak bu bedeni değil yalnız mali bir sorumluluktur (bk. el-Kâsânî, Bedâyiu’s-Sanâyi’, Mısır 1327-28/1909-1910, VII,172; İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr; Bulak 1315-1317 H., VIII, 324 vd.).
Akıl hastası ve gayri mümeyyiz küçükler mali bütün borçları öderler. Ancak bunlar ibadetle yükümlü olmadıkları için Ebû Hanîfe’ye göre zekâtla yükümlü bulunmazlar. İmam Şâfiî, Malik ve Ahmed b. Hanbel’e göre ise zekât mal nimetinin külfeti kabilindendir. Böyle olunca bunların da zekâtta sorumlu tutulmaları gerekir. Ancak bunu veli veya vasi, onun adına öder.
2. Eda ehliyeti: Kişinin medeni hakları kullanma ehliyetidir. Bu, her insanda tabü bir vasıf değil akıl ve fizik gelişmeye paralel olarak kazanılan bir vasıftır. Bunun varlığı, temyiz kudreti, belli bir yaşa ulaşma gibi bazı şartlara bağlanmıştır. Kısaca vücup ehliyeti, her şahısta bulunan pasif bir ehliyet iken, eda ehliyeti aktif ehliyet halidir. Eda ehliyeti de eksik ve tam olmak üzere ikiye ayrılır.
a. Eksik eda ehliyeti: Bu ehliyet mümeyyiz küçük ve bunamış da (ma’tuh) söz konusu olur. Yedi yaşla büluğ çağı arasındaki ehliyeti ifade eder.
Mümeyyiz küçük iyi ile kötüyü, alma ile vermeyi, satmayla satın almayı birbîrinden ayırtedebilen bir fikrî, zihnî ve beden olgunluğuna ulaşan kimsedir. İslâm hukukçuları uygulamada kolaylık olsun diye yedi yaşın ikmalini temyiz çağının başlangıcı olarak kabul etmişlerdir. Bu yaşın tercih edilmesi Hz. Peygamberin şu hadisine dayanır: “Yedi yaşına girdikleri zaman çocuklarınıza namazı emredin” (Ebû Davud, Salât, 26; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II,180,187). Bu hadis yedi yaşına giren çocuğun namazın ve ibadetin manâsını anlayabilecek bir fikir olgunluğuna ulaştığını gösterir. Bu duruma göre; Mümeyyiz küçüğün namaz, oruç, hacc gibi ibadetleri yapması büluğdan önce farz değilse de, edası sahihtir ve sevabı ana-babaya gider.
Hibe ve sadakayı kabulü, mübah malları mülk edinmesi gibi tamamen lehine olan tasarrufları geçerlidir. Bu konuda veli veya vasisinin izni de aranmaz. Yine başkasına vekil olarak alış veriş, nikâh, talak, dava ve kabz gibi işlemleri de geçerlidir. Çünkü bunlarda muhtemel zararlar müvekkile aittir. Üstelik bu gibi muameleler çocuğun yetişmesine yardımcı olur.
Tamamen zararına olan tasarruflar batıldır. Bağış, sadaka, vakıf, âriyet verme, borca kefil olma ve boşama gibi tasarrufları geçersizdir. Bunlar, onun adına veli veya vasisi tarafından da yapılamaz.
Alış-veriş, kiraya vermek, kiralamak, rehin vermek ve almak gibi hem menfaate, hem de zarara ihtimali bulunan tasarruflar velinin icazetine bu gibi iki yönlü olabilen tasarruflar geçerlidir.
Velisinin izin verdiği mümeyyiz küçük “me’zûn”; izin vermediği ise “mahcûr” adını alır.
b. Tam eda ehliyeti: Kişinin bütün hak ve borçlara ehil olması ve ibadetlerle yükümlü bulunmasıdır. Bu ehliyet, büluğ çağı ile başlar, rüşd yaşı ile en son şeklini alır. Kişi, lehine ve aleyhine her türlü hukuki tasarrufu yapma ehliyetine erişmiş olur.
Büluğ, kişide erkek çocuğun ihtilam olması, kız çocuğunun aybaşı hali veya gebe olması gibi bir takım fizikî belirtilerin görülmesiyle başlar. Bazan bu belirtilerde gecikme olabilir. Bu takdirde, çoğunluk fakihlere göre büluğ çağının başlangıcı kız çocuklarda 9, erkek çocuklarda 12, sonu ise her iki cinste de 15 yaştır. Ebû Hanîfe’ye göre ise, büluğ çağının sonu erkek çocukları için 18, kız çocukları için 17 yaştır. Ebû Yusuf, İmam Muhammed ve Şâfiî ise, ergenlik belirtisi görülmeyen erkek ve kız 15 yaşını tamamlamakla büluğ çağına ermiş sayılır (el-Kâsânî, a.g.e., VII, 172; el-Cezîrî, Kitâbü’l-Fıkh ale’l-Mezâhibi’l-Erbaa, Kahire 1392, II, 350 vd.; Mecelle, madde, 978; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm Hukuku, İstanbul 1983, s. 122 vd.; Muhammed Ebû Zehra, Usûlü’l-Fıkh, Kahire, (t.y.), s. 331).
Büluğ çağının asgari ve azami sınırları arasında bulunan erkeğe “mürahik”, kadına “murahika” denir.
Akıl ve bâliğ olan kimse malî tasarruflar dışında diğer iman, ibadet, hukuki ve sosyal nizamın gerektirdiği bütün görevleri ve sorumlulukları yüklenir ve malı olanlar dışında tam eda ehliyetine sahip olur. Kendisine namaz, oruç, hacc ve zekât farizaları gerektiği gibi, haksız fiillerden hem malen hem de bedenen sorumludur. Birisini öldürse kısas uygulanır, zina etse had cezasına muhatap olur. Ancak had cezalarının uygulanması için suçun işlendiği beldede İslâmî yönetimin iş başında olması gerekir. Çünkü fert olarak hadleri uygulama imkânı ve gücü bulunmaz.
Rüşd sözlükte makul davranmak, doğru yolu bulmak demektir. Mecelle’deki tarifi şöyledir: “Rüşd, malın muhafazası hususunda takayyüd ederek sefeh ve tebzirden tevakki eden kimsenin vasfıdır. Bu vasfı taşıyana “reşid” denir. Reşidin zıddı “sefih”tir. Sefih malını boş yere sarf ile masarifinde tebzir ve israf ile İzaa ve itlaf eden kimsedir” (Mecelle, mad., 946-947; İbn Abidin, Reddü’l-Muhtar, V, 95).
Rüşd, temyizden farklıdır. İnsan iyiyi kötüden, hayrı şerden ayırır da, malını ve servetini iyi bir şekilde idare etmeyi beceremez. Çünkü malın idaresi ve işletilmesi ayrı bir tecrübe ve yetenek gerektirir. Rüştle büluğ aynı şeyler değildir. Rüşd yaşı eğitim, kültür, iklim şartları ve benzeri etkenlerin altında büluğdan önce teşekkül edebilir. Ancak çoğu zaman büluğdan sonra bu olgunluk hali ortaya çıkar.
Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Evlenme çağına gelinceye kadar yetimleri deneyin. Eğer rüşde erdiklerini açıkça görürseniz mallarını kendilerine verin ” (en-Nisâ, 4/6). Bu âyete göre, mümeyyiz küçük büluğ çağına erişince hemen malı kendisine teslim edilmez ve reşid olup olmadığı araştırılır. İslâm rüşd yaşını belirleme hususunu yöneticilere bırakmıştır.
Ebû Hanîfe’ye göre büluğa eren şahıs sefih ve israfçı da olsa üzerinden malî velâyet kalkar ve tasarruf özgürlüğüne kavuşur. Ancak malı, bir ihtiyat ve tedbir amacıyla reşid oluncaya veya yirmibeş yaşını dolduruncaya kadar kendisine teslim edilmez. Çünkü yirmibeş yaşındaki kimse dede olabilecek bir yaşa gelmiş, bedeni ve fikri olgunluğa erişmiştir (el-Kâsânî, a.g.e., V,169 vd.; el-Cezîrî, a.g.e., II, 352). Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’e göre ise, kişi reşid oluncaya kadar malı kendisine verilmez.
Osmanlı devrindeki uygulamada 1288 tarihli bir irade, yirmi yaşını doldurmamış şahısların rüşd davalarının reddedilmesi kuralını getirmiştir (bk. Ali Haydar, Düraru’l-Hukkâm Şerhu Mecelleti’l-Ahkâm, 989. mad. şerhi).
İşte akıl ve fizik bakımından gelişmesini rüşdle tamamlayan bir müslüman artık İslâm’daki bütün emir ve yasakların, malî, bedenî ve cezaî her çeşit hükmün muhatabı olur. Artık onun fiilleri farz, vacip, sünnet, müstehap, mübah, haram, mekruh veya müfsit olmak üzere sekiz maddede değerlendirilir. Bu fiillere ef’âl-i mükellefin (yükümlülerin fiilleri) adı verilir (bk. “Ef’âl-i Mükellefin” maddesi).
Hamdi DÖNDÜREN