MUTTAKİ
Allah korkusuyla kendini günahlardan uzak tutarak Allah’ın azabındân korunan ve böylelikle Allah’tan gereğince sakınan, O’na saygıda kusur etmeyen kimse.
“Muttakî”, “vekâ” fiilinin ifti’al babındaki: “ittika” kelimesinin ism-i fâilidir. “İttika” ve “takva” kelimelerinin kökü, “veka” fiilinin masdarı olan “vikâye”dir. Yine aynı fiilin “vakyen”, “vakıyeten”, “tevkıyeten” ve “vikaen” şeklinde “vikaye” ile aynı mânâya gelen masdarları vardır. Bu masdarların hepsi “bir şeyi muhafaza etmek, eziyetten korumak, himâye etmek, zarar verecek şeyden onu sakınmak, çekinmek” manâsındadırlar (Rağıb el-Isfahanî, el-Müfredât fi Garîbi’l-Kur’ân, İstanbul, sh. 833).
Bu masdarlar aynı zamanda “bir şeyi başka bir şeyle, bir tehlikeye karşı korumaya almak” mânâsını da taşırlar (İbn Fâris, Mu’cemu Mekayısı’l-Luğa, VI, 131). İbn Side,.”İttikanın esas mânâsı iki şey arasına engel koymaktır”. “İttikahu bi’t-türsi -Ondan kalkan ile ittika etti denir. Bunun mânâsı, o bahsedilen şey ile kendi arasına kalkanı engel yaptı şeklinde anlaşılır” der (İbn Sîde, el-Muhassas, V, 93).
“İttika”, vikâyeyi kâbul etmek, diğer bir ifâde ile vikâyeye girmek, yani elem ve zarar verecek şeylerden sakınıp kendini iyice koruma altına almak mânâsınadır. Buna göre, ittika ve onun ismi olan takva, lügat itibariyle, kuvvetli bir himayeye girmek, korunmak, kendini muhafaza altına almak demek olur (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, I,168).
Aynı mânâyla ilgili olarak, “takî” ve “muttaki” isimleri de takva fiilini işleyen, onunla muttasıf olan kimse demektir (İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, XV, 401, Ebu’l-Bekâ, Külliyât, 219, el-Matbaatü’l-Âmire, 1287 (M. 1870).
Cahiliyye devrinde takvâ kelimesinin özü, “hayvan olsun, insan olsun canlı varlığın, dışarıdan gelecek yıkıcı bir kuvvete karşı kendini savunma davranışı (Tashihiko Izutsu, Kur’ân’da Allah ve İnsan, s. 20) mânâsında idi. Kur’ân’ın inmesiyle beraber bu kelimenin anlamı genişleyerek kullanıldı. Bununla birlikte Kur’ân’da lügat manâsıyla kullanıldığı da olur:
“Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar felâha erenlerdir” (el-Haşr, 22/9; et-Teğâbun, 64/16).
“Allah’ın dilediğinden başkası Kur’ân’ın öğüdünü alamaz. O Allah, (azabından) korunulmaya ve mağfiret etmeye ehil (layık) olandır” (el-Müddessir, 74/56);
“Allah bu (âhiret) gününün şerrinden onları korumuştur” (el-İnsan, 76/11);
“Mü’minler, mü’minleri bırakıp ta kâfirleri dost edinmesinler. Kim bunu yaparsa ona Allah’dan hiçbir (yardım) yoktur. Ancak o kafirlerden (gelebilecek bir tehlikeden dolayı) sakınmak için (zâhiren dostluk göstermeniz) müstesnâ” (Âlu İmrân, 3/28);
“Hiç bir kimsenin hiç bir kimse adına birşey ödeyemeyeceği bir günden korunun” (el-Bakara, 2/48, 123).
Yukarıdaki âyetlerden bazılarında “takvâ” kelimesi hem sözlük anlamıyla hem de terim anlamıyla kullanılmıştır. İslâmî ıstılahta “ittikâ” ve onun ismi olan “takvâ” İnsanın kendisini, Allah’ın vikayesine (muhafazasına) koyarak, ahirette zarar ve eleme sebep olacak şeylerden titizlikle koruması, yani günahlardan geri durup hayır olan işlere sarılması, diye tarif edilmiştir (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dilî, I, sh. 168-169).
“O inkar edenler kalblerine kızgınlık ve gayreti, o câhiliyye kızgınlık ve gayretini yerleştirdiği sırada Allah da Rasûlünü ve mü’minlerin üzerine huzur ve güvenini indirdi ve onları takvâ kelimesine bağladı” (el-Feth, 48/26).
“O ülkeler halkı iman edip ittikâ etselerdi, elbette üzerine gökten ve yerden bolluklar açardık” (el-A’râf, 7/96).
“Ey iman edenler, Allah’tan, O’na yaraşır biçimde ittikâ edin ” (Âlu İmrân, 3/102).
Takvâ genel olarak üç mertebe de sınıflandırılmıştır. Birincisi ebedî olarak Cehenneme girme tehlikesinden korunmak için şirkten ittikâ edip, imana sarılmaktır (Elmalılı, I, 169-170). Bu anlamda yukarıdaki verdiğimiz el-Feth Sûresinin 26. âyeti örnek gösterilebilir. A’raf sûresindeki âyetin örneklik teşkil ettiği ikinci mertebe ise, büyük günâhları işlemekten ve küçük günahlarda ısrar etmekten kendini alıkoyarak bunların cezasını Cehennem azabı ile çekme tehlikesine karşı farz ibâdetleri yerine getirip korunmaktır. Üçüncü mertebe ise, kalbi, meşgul eden her şeyden temizlenip bütün varlığı ile Allah’a yönelip bağlanmaktır (Lütfullah Cebeci, Kur’ân’a Göre Takvâ, İstanbul 1985, sh. 48-49, 50). Buna da Kur’ân-ı Kerim’den örnek, yine yukarıda geçen Alu İmrân Suresinin 102. ayetidir-. Ayrıca bu üçüncü mertebe, şu hadislerden de çıkarılmaktadır:
“Kişi, mahzurlu şevleri yapma tehlikesine düşmeyeyim diye mahzuru olmayan şeyleri de terk etmedikçe (gerçek) muttakiler derecesine ulaşamaz” (Tirmizi, Kıyâmet, 19,4,634; İbn Mâce, Zühd, 24 (2/1409).
“Kul, vicdanı rahatsız eden Şeyi terk etmedikçe “.”takvâ”nın hakikatine eremez” (Buhârî, İman. (1/6)).
Risâlet tarihi boyunca tüm Rasûllerin insanları ilk davet ettikleri husus, Allah’tan ittikâ etmek olmuştur.
“Kardeşleri Lût onlara: (Allah’tan) ittikâ etmez misiniz? dedi. ” (eş-Şuarâ, 26/106).
“Kardeşleri Hûd, onlara: (Allah’tan) ittitâ etmez misiniz? dedi. ” (eş-Şuarâ, 26/124)
“Kardeşleri Salih, onlara: (Allah’tan) ittikâ etmez misiniz? dedi” (eş-Şuara, 26/142).
“Şuayb onlara. “Allah’tan ittikâ etmez misiniz? dedi” (eş-Şuara, 26/177).
“Takvâ” ve “ittikâ” kavramları için ayrıca bk. “takvâ” maddesi. Muttaki, muttakilerin vasıfları ve muttakilerin akıbetine gelince.
Kur’ân-ı Kerim’de “Sıdkı (doğru olan Kur’ân-ı) getiren ve onu doğrulayan, işte onlar muttakilerdir. ” (ez-Zümer, 39/33) âyetinde muttaki hülasa olarak “sıdkı getiren ve onu doğrulayan” olarak tanımlanırken “Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz bir (iyilik) değildir. Asıl;birr (iyilik, takvâ, taat), Allah’a, âhiret gününe, meleklere, Kitâba ve nebilere iman eden; mala olan sevgisine rağmen akrabalara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilencilere ve boyunduruk altında bulunan (köle ve esir)’lara mal veren; namazı kılan; zekâtı veren; ahidleşince ahdini yerine getiren; sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabredenlerin (yaptıklarıdır) İşte sadık olanlar onlardır ve muttakiler de onlardır” (el-Bakara, 2/177) âyetinde muttakilerin vasıfları uzun bir şekilde belirtilerek tanımlanmaktadır. Muttakilerin vasıfları ifade edilirken bu âyeti eksen olarak ele almak gerekir.
Kur’ân-ı Kerim’de birçok yerde sıdk ile takvâ birbiriyle çok sıkı ilişkili olarak kullanılmıştır. Öyle ki sıdkı tasdik etmek başlıbaşına muttakinin tanımı olmuştur. “Kim verir ve ittikâ ederse ve o en güzeli tasdik eder(doğrular)’sa; biz onu en kolay olana müyesser kılacağız. ” (el-Leyl 92/5-7).
“Ey iman edenler Allah’tan ittikâ edin ve sadıklarla beraber olun” (et-Tevbe, 9/119) âyetlerinde bu sıkı ilişki çok bariz bir şekilde görülmektedir. Âlû İmrân sûresinde de muttakilerin vasıfları arasında “onlar sadıklardır” (âyet,15) vasfı yer alır. Kur’ân-ı Kerim’de birçok yerde yer alan muttakilerin vasıflarına gelince: Yukarıda geçen Bakara, 177’deki toplayıcı sıfatları şöyle sıralamak mümkündür:
1- İman: “Fakat asıl birr (iyilik) Allah’a, âhiret gününe,meleklere, kitaplara, peygamberlere iman edenlerinkidir. “
Muttakinin ilk ve temel vasfı imandır. Çünkü iman, takvanın esası, takvâ ise imanın binasıdır. Temelsiz bina kurulamayacağı gibi, sadece temele de bina denilemez. Aksi taktirde eksik olmaktan kurtulamaz
Allah’a iman; insanlık hayatında çeşitli kuvvetlere, muhtelif eşyaya, muhtelif değerlere ubudiyetten kurtulup hürriyete ulaştığı, bir tek ma’budun huzurunda, tek saf halinde, diğer kimselerle eşit düzeye yüceldiği ve nihâyet, her değerin ve her eşyanın üstüne yükseldiği bir dönüm noktasıdır. Allah’a iman aynı zamanda buhranlardan nizama, bataklıktan selâmete ve ayrılıktan yön birliğine geçiş noktasıdır. İnsanlık bir tek Allah’a iman edip bağlanmadıkça ne doğru yolu bulabilir, ne de ciddiyet ve eşitlik ölçüsü içinde varlık aleminin birleştiği gibi el ele verip münasebet ve hedeflerini bir noktada toplayabilir. Âhiret gününe iman ise ceza ve mükâfat konusunda Allah’ın adâletini kayıtsız şartsız kabul etmektir. Âhiret gününe iman yeryüzündeki hayatın başıboş ve hiç bir ölçüye bağlı olmadığı fikrini reddedip herşeyin ölçü içerisinde cereyan ettiğini kabullenmektir. Ceza ve mükâfatların yeryüzünde tam olarak yerini bulmadığını gören insanoğlu, âhirete imanı sayesinde, iyiliğin er geç mükâfatının verileceğine inanır ve huzurla yaşar. Meleklere imana gelince bu insan idrakiyle hayvan idrakinin, insanın varlıklar hakkındaki düşüncesiyle hayvan düşüncesi arasındaki farkların ayrılış noktası olan gayp âleminden bir cüz’e imandan ibârettir. İnsan, duygusallığının ötesindeki varlıklara da iman eder. Fakat, hissin elinde bağlı olan hayvan, bu mertebeye ulaşamaz. Kitaplara ve peygamberlere iman ki; bununla bütün peygamberler ve bütün risâletlere iman kastedilmektedir. Bu iman beşeriyetin birliğine, yaratanın birliğine,dinlerin birliğine ve Allah nizamının birliğine iman etmekten ibarettir. Geçmiş peygamberlerin ve risâletlerin miraslarına varis olan mü’minin bu şuuru ayrı bir değer taşımaktadır.
Muttakilerin iman özelliği diğer âyetlerde de birçok defa yer almakta, hatta bazen iman edenler ile muttakiler birbirleri yerlerine kullanılmaktadır. “İşte bu kitap, kendisinde hiç şüphe yoktur; muttakiler için hidâyet (yol gösterici) ‘dir. Onlar (muttakiler) ki gayba iman ederler ” (el- Bakara, 2/1-2)
“Sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler âhirete de yakînen iman beslerler” (el-Bakara, 2/4).
2- İnfak: “Muttaki malını seve seve yakınlarına, yetimlere, miskinlere, yolculara, dilenenlere ve kölelere (veya esirlere) infak eden kimsedir.
Buhârî ve Müslim’de Rasûlullah (s.a.s.)’in şöyle buyurduğu rivâyet edilmektedir: En faziletli sadaka senin sağlıklı ve eli sıkı zengin olmayı ümid edip fakirlikten korktuğun zamanda verdiğin sadakadır. Bu hadisi şerifi yüce Allah’ın: “Malını seve seve yakınlarına veren…” buyruğu münasebetiyle hatırlıyoruz. Ona olan sevginiz dolayısıyla nefsinizin ona karşı bir duygu beslediğini gördüğünüz bir lokmayı, bir yemeği, bir malı veya başka bir şeyi nefsinizi zorlayarak infak edebiliyor iseniz, sizler bu âyette sözü geçen makama ehil kimselersiniz demektir. Nefsi, çok şey vermek istemeyen kimse, az şey vermeye kendisini zorlamalıdır.
Tirmizi ve İbn Mace, Rasûlullah (s.a.s.)’ın şöyle buyurduğunu rivâyet eder: “Şüphe yok ki malda zekâtın dışında bir hak vardır. ” Ondan sonra:
“Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz “birr” değildir…” buyruğunu okudu.
“Yakınlarına, yetimlere, miskinlere, yolculara, dilenenlere ve köleleri, esirleri kurtarmak için seve seve ve övünerek malı vermenin kıymet ölçüsü nedir?
“Ve onlar (muttakiler) kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler”(el-Bakara, 2/4).
“Onlar (muttakiler) bollukta ve darlıkta infak ederler” (Alu İmran, 3/134).
“Kim (fakirlere) verirse ve ittika ederse ve en güzeli (İslâm’ı) doğrularsa, Biz de onu en kolaya müyesser kılarız” (el-Leyl, 92/5-7).
“Ve Allah rızası için malını verip temizlenen etkâ (en muttaki kimse) ondan (cehennem’den) uzak tutulacaktır”(el-Leyl, 92-117,118).
“Mallarınız ve evlatlarınız sizin ipin bir fitnedir. Büyük mükâfat ise Allah katındadır. O halde gücünüz yettiğince ve Allah’tan ittika edin, dinleyin, itaat edin ve kendiniz için mal infak edin. Kim nefsinin (koyu) cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir” (et-Teğâbun, 64/I5-16).
3- Namaz. “Ve (asıl birr, iyi takva) namazı kılanınkidir.”
Muttakilerin en belirgin özelliklerinden biri de namaz kılmalarıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de müteaddit defalar muttakilerin, mü’minlerin bu özellikleri vurgulanır: “Bu (Kur’ân) kendisinde hiç şüphe olmayan ve muttakiler için hidayet rehberi kitabtır. Onlar gaybe iman eden ve namazı kılanlardır” (el-Bakara, 2/2-3).
“Sen yüzünü muvahhid olarak dine çevir. Hepiniz O’na dönün, O’ndan ittika edin; namazı kılın, müşriklerden olmayın?” (er-Rum, 30/30-31).
“Âlemlerin Rabbine teslim olayım (diye) ve namaz kılın ve o (Allah’a)na ittika edin diye emrolunduk” (el-En’âm, 6/71,72)
4- Zekât Verme:
“Ve (asıl birr, iyilik) zekâtı vereninkidir. “
Zekât, Allahü Teâlâ’nın zenginin servetinden fakire hak olarak tanıdığı ve İslâm’ın sosyal vergisi olarak ödenmesi gereken bir farizedir. Mal ve mümkün asıl sahibi Allahü Teâlâ olduğundan kullarına servet ihsan ederken bu servetten fakirlere zekât ismi altında bir hak ayırmalarını da şart koşmuştur. Daha önceki konularda zekatla sadaka mutlak olarak zikredildiği halde buradaki ayet-i kerime de önce Allah yolunda verilecek sadaka, sonra da zekât beyan edilmektedir. Bu konuda açıkça anlaşılıyor ki sadaka zekâtın yerini tutmadığı gibi, zekât da sadakanın yerini tutamamaktadır. Zekât farz kılınan bir vergi, sadaka ise gönülden kopan bir yardımdır. “Birr” denen hayır ancak kişinin icrasıyla gerçekleşir. Her ikisi de İslâm’ın emirlerindendir. Kur’ân-ı Kerim, sadakadan hemen sonra zikrettiği zekâtı farz olarak bildirmiştir. Zekât farizasını yerine getirmekle sadaka vermekten kurtulmuş olamayacağımız gibi; sadaka vermekle de zekâtı yerine getirmiş olamayız.”
5- Ahde Vefa:
“Ve(asıl birr, iyilik) ahidleştiklerinde de ahidlerinde duranlarınkidir.”
“…İslâm’ın prensip edindiği ahde vefa imanın, ihsanın ve insanlığın alâmeti olarak Kur’an-ı Kerim’in bir çok yerinde zikredilir. Fertler, milletler ve devletler arasında itimad ve güvenin sağlanabilmesi için ahde vefa şarttır. Bu ise, Allah’la kullar arasındaki “ahd”e vefa etmekle başlar. Bu özelliğe sahip olunmadığı takdirde hayatı kararsızlık ve endişe kaplar; kimse kimsenin vaadine güvenmez ve insanoğluna itimad edilemez. İslâm’ın takip ettiği ahde vefa prensibi sayesinde insanlık en yüksek zirveye ulaşmıştır. Bu zirveye ancak İslam nizamı ve hidayeti sayesinde ulaşılır.”
“Allah’ın üzerinizdeki nimetlerini ve “dinledik itaat ettik” dediğiniz zamanki andınızı hatırlayın. Allah’tan ittika edin. Şüphe yok ki, Allah göğüslerin sakladığını (sırları) bilendir” (el Maide, 5/7).
“Hayır! Kim ahdini yerine getirir ve ittika ederse şüphesiz Allah da muttakileri sever” (Âlu-İmran, 3/176).
“Müşriklerin Allah ve Rasulü katında nasıl bir ahdi olabilir? Ancak Mescid-i Haram yanında kendileriyle anlaştıklarınız hariç. Onlar size dürüst davrandıkça siz de onlara dürüst davanın. Şüphesiz Allah, muttakileri sever” (et-Tevbe; 9/7).
“Ancak andlaşma yaptığınız müşriklerden (andlaşma şartlarından) hiç bir şeyi size eksik bırakmayan ve size karşı hiç kimseye arka çıkmayanların andlaşmalarını, kendilerine tanıdığınız süreye kadar tamamlayın. Şüphesiz Allah muttakileri sever” (et-Tevbe, 9/4).
6- Sabr:
“Ve (asıl iyilik-birr-)zorda, darda ve savaş zamanında sabredenlerinkidir”
Takva, hakka ulaştıran bir yoldur. Takva yolu çeşitli zorluk ve meşakkatlerle doludur. Bu meşakkatler ve engelleri sabrederek aşmak takvadır.
“İbn Kesir, Ömer b. el-Hattab (r.a.)’ın bir günü Übeyy b. Kab’a takvayı sorduğunu ve Übeyy’in ona şöyle dediğini anlatır:
– Hiç dikenli bir yolda yürüdün mü?
Hz. Ömer:
– Evet yürüdüm. Übeyy:
– Peki ne yaptın?
Hz. Ömer:
– Elbisemi topladım ve dikenlerin bana zarar vermemesine alabildiğine gayret ettim.
Übeyy:
– İşte takva budur.”
“Dikenli yolda yürümek” olarak tabir edilen takva, sabırla iç içedir. Hattâ bazen takva yerine sabır kullanıldığı olur. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “De ki: Ey iman eden kullarım, Rabbınızdan ittika edin. Bu dünya hayatında güzel davrananlara güzellik var. Allah’ın arzı geniştir. Ancak sabredenlere mükafatlar hesapsız ödenecektir” (ez-Zümer, 39/10).
“Sabret. Sabrın da Allah’ın (inayeti) iledir. Onlar (kâfirlere) karşı tasalanma; onların kurmakta oldukları tuzaklardan dolayı sıkıntıya da düşme. Çünkü Allah ittika edenler ve muhsinlerle beraberdir” (en-Nahl, 16/127-128).
“Bu facialar ve şiddetler karşısında insanın paniğe kapılmaması; hayatın sıkıntılı ve çetin günlerinde kendine hâkim olabilmesi için ruhların terbiye edilip hazır hale getirilmesi ile mümkündür. Allahü Teâlâ’nın her zorluktan sonra bir kolaylık lutfedeceğini bilip sabır, sebat ve tahammül göstermek gerekir. Şüphesiz ki bu, Allah’dan ümidi kesmemenin, O’na bağlanıp O’na güvenerek yeryüzünü islâh edip adaleti hâkim kılmakla vazifeli olan bir ümmetin bütün güçlükler karşısında sabır ve metanetle yoluna devam etmesi lâzımdır. Fakirlik ve sefalete karşı kuvvetsizlik ve hastalığa karşı sabır… Kifayetsizlik ve azlığa karşı sabır… Cihad ve muhasaraya karşı sabır… Her hale ve her duruma karşı sabır… Yüklenilen büyük vazifeyi huzur, emniyet ve itidalle hedefine ulaştırabilmek için bu sabırlar şarttır.
“Bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Ne sen ne de kavmin daha önce bunları bilmiyordunuz. O halde sabret, şüphesiz akıbet (iyi sonuç) muttakilerindir” (Hud, 11/49).
“Kim (Allah’tan) ittika ederse ve sabrederse Allah muhsinlere (iyi davrananların) ecrini (mükafatını) zayi etmez. “
“Eğer sabredip ittika ederseniz, onların (düşmanların) hileleri size zarar vermez” (Âlu İmrân, 3/120).
“Yemin olsun ki mallarınız ve nefislerinizle imtihan olunacaksınız ve sizden önce kitap verilenlerden ve müşriklerden üzücü çok şey işiteceksiniz. Eğer sabreder ve ittika ederseniz işte bu büyük işlerdendir” (Âlu İmran, 3/187).
“Evet, siz sabreder ve ittika ederseniz ve bu (düşmanlar) da ansızın üstünüze gelecek olurlarsa Rabbınız size beşbin melekle imdad edecektir” (el-Enfal, 8/125).
“Ey iman edenler sabredin, (düşmanlarınızla) sabır yarışı edin, nöbet bekleşin (cihada hazır bulunun) ve Allah’tan ittikâ edin ki, felâha erişesiniz”(Alu İmran, 3/200).
Muttakilerin Bakara sûresi 177. ayetinde sayılan vasıfları “İşte bu (vasıflara sahip olanlar) sadıklar ve işte bunlar muttaki olanlardır” (el-Bakara, 2/170) sonucuyla bağlanmaktadır.
Muttakilerin özellikleri ayette şöyle ifade edilir: “Rabbınızdan bir mağfirete ve genişliği göklerle yer arası kadar olan, muttakiler için hazırlanmış bulunan cennete koşun. Onlar (muttakiler) bollukta ve darlıkta infak ederler, öfkelerini yutarlar insanları affederler. Allah da ihsan edenleri sever. Ve onlar bir kötülük yaptıkları zaman yahut nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlayarak (anarak) hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları da Allah’tan başka kim bağışlayabilir? Ve onlar yaptıklarında bile bile ısrar etmezler. İşte onların mükafatı Rablarından mağfiret ve altından ırmaklar akan, içinde sürekli kalacakları cennetlerdir. Çalışanların ecri ne güzeldir” (Alu İmran, 3/133-136).
7- Öfkelerini Yutmak:
“Genişliği gökler ve yer kadar olan Cennetin kendileri için hazırlandığı muttakiler, bollukta ve darlıkta infak ederler ve öfkelerini yutarlar” (Alu İmran, 3/134).
Öfke kızgınlıktan dolayı kalbin alevlenmesi halidir. Onun yenilmesi ise kişinin kendisini sabra yöneltip tutması ve öfkenin herhangi bir etkisini ortaya çıkarmamasıdır.
“Öfkeyi yutmak insanın zarar gördüğü insanlara karşı kalbinde duyduğu yakıcı intikam hissini, intikama gücü yettiği halde tutup kalbinden taşmasını ve çıkmasını engellemek, intikam almayıp sabır ile onu hazmetmektir” (Elmalılı, M.Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, II, 1177).
Rasulullah bir hususta şöyle buyuruyor: “İntikamını almaya kadir olduğu halde öfkesine hâkim olan kimseyi Cenab-ı Allah Kıyamet günü bütün mahlukatın huzurunda çağırır ve dilediği huriyi almakta onu serbest bırakır” (Tirmizi, Birr, 74).
Yine başka bir hadiste Rasulullah:
“İntikam almaya gücü yettiği halde öfkesini tutan kimsenin kalbini Allahu Teâlâ hazretleri emniyet hissi ve iman ile doldurur” (Ebu Davud Edeb, 3).
8- İnsanları Bağışlamak:
“(O muttakiler) insanları bağışlayanlardır” (Âlu İmran, 3/134). Öfkelerini yenmekle insanları bağışlamak birbirini izleyen özelliklerdir. Öfkeyi yenmenin pratik olarak görünüşü insanları affetmektir.
Yani affetmek, öfkeyi yutmanın pratik bir tezahürüdür.
İnsanları, affetmek Allah’ın kanununu çiğneme hususunda değil insanın kendi şahsına karşı yapılmış bir hatayı affetmektir. Yoksa Allah’ın dini hususunda müsamaha olmaz.
Rasulullah (s.a.s.)’ın hayatında bunu bariz bir şekilde görmekteyiz. Mesela had gerektiren bir hırsızlık hususunda “Kızım Fatıma dahi olsa elini keserim” deyince Rasulullah (s.a.s) kendi şahsıyla ilgili bir husus olan zehirleme teşebbüsünde bulunan bir kadını affetmiştir. Bunun örnekleri Peygamber (s.a.s)’in hayatında sıkça rastlanır. ‘
9- Günahlardan Derhal Mağfiret Dileme:
“(O muttakiler) çirkin bir günah işledikleri yahut nefislerine zulmettikleri vakit Allah’ı anarak hemen günahları için mağfiret dileyenlerdir. Günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir?” Muttakilerin en önemli vasıflarından biri de Allah’tan istiğfar dilemektir. Bu vasıf kişinin Allah’ı unutmadığını, devamlı Allah’ın murakebesi altında bulunduğunu hissettiğini, bu dinin sahibi Allah (c.c.)’dan gerçekten ittika ettiğini gösterir. Eğer bir kişi günahlarının bağışlanmasını kendini yaratan Allah’dan istemiyor ve O’na niyazda bulunmuyorsa O’nun müttakiliği nerede kalıyor?
Cenabı Allah bir başka ayet-i kerimede muttakilerin vasfını şöyle belirtiyor: “Takvaya erenler, şeytan tarafından bir arızaya uğratılınca (Allah’ı) hatırlar, anarlar ve hemen gerçeği görürler” (el-Araf, 7/201).
“İslam bununla ruhsatçılığa davet etmiyor. Alçak bir hayata da teşvik etmiyor. Realistlerin çağırdığı gibi iğrenç bataklığa da çağırmıyor. Sadece insan nefsinden rica duymak istiyor. Allah’tân mağfiret dilemek… Allah’tan başka kimden mağfiret dilenilebilir ki? Ayet-i kerime insana zaaflarını hatırlatıyor. Ahlâksızlığı değil, istiğfarı teşvik ediyor. Ahlaksızlığa dalıp da ısrar edenler ortadadırlar. Kapıları yüzlerine kapanmış, dışarıda kalmışlardır.
“Ey Rabbımız, biz iman ettik, bizim günahlarımızı yarlığa ve bizi o (cehennem) ateşinin azabından koru “diyenler, sabredenler, sadıklar (Allah’a) boyun eğenler, infak edenler ve seherlerde Allah’tan mağfiret isteyenlerdir” (Âlu İmran, 3/16-17).
10- Hatada ısrarlı olmamak:
“(Muttakiler) bir de işledikleri (günah) üzerinde bile bile ısrar etmeyenlerdir” (Âlu İmran, 3/135).
11- Kur’an-ı Kerim ve Rasule tâbi olmak:
“İşte bu Kur’an indirdiğimiz feyz kaynağı bir kitabdır. Artık buna tabi olun ve ittika edin umulur ki, merhamet olunursunuz” (el-En’am, 6/100).
“Ey peygamber. Allah’tan ittika et ve kâfirlerle münafıklara itaat etme. Şüphesiz ki Allah hakkıyla bilendir yegâne hüküm ve hikmet sahibidir. Rabbından sana ne vahyolunuyorsa ona uy”(el-Ahzab, 33/102).
“Allah’dan ittika edin de aralarınızı düzeltip Allah’a ve Peygamberine itaat edin” (el-Enfâl, 8/1).
“Kim Allah’a ve Rasulü’ne itaat eder, Allah’tan korkarsa ve O’ndan ittika ederse işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir” (en-Nur, 24/52).
“Peygamber size ne getirdiyse onu alın, size ne yasak ettiyse ondan sakının ve Allah’tan ittika edin” (el-Haşr, 59/7).
12- Dostluklarında samimi ve devamlı olmak:
“Dostlar o (Kıyamet) günü birbirine düşmandır. Muttakiler müstesna” (ez-Zuhruf, 43/67).
13- Adil olmak:
“Ey iman edenler, Allah için adâleti ayakta tutan, adâlete şahidlik eden (kimse)ler olun. Bir kavme olan kininiz sizi adâletli olmaktan alıkoymasın. Adil olun ki, bu takvaya en yakın olandır. Ve Allah’tan ittika edin. “
14- Nasihat ve Tebliğ Etmek:
“Ayetlerimiz hususunda (olur olmaz) sözlere dalanları gördüğün zaman, onlar başka bir mevzuya dalıncaya kadar onlardan yüz çevir. Eğer şeytan sana unutturursa hatırlar hatırlamaz o zalimler topluluğun yanlarında oturup kalma. Onların hesapları ittika edenlere düşmez. Fakat (muttakilerin) üzerlerine düşen bir hatırlatma (nasihat, tebliğ)dir. Olur ki, o (zalimler bu nasihat vesilesiyle) ittiba ederler: “
15- Salih Amel İstemek, Geceleri İbadet Etmek:
“Şüphesiz ki, muttakiler Rablerinin kendilerine vermiş olduklarını almış olarak cennetlerde pınarlardadırlar. Çünkü onlar bundan evvel muhsinler idiler. Onlar gecenin (ancak) az bir kısmında uyurlardı. Seher vakitlerinde de istiğfar ederlerdi. Ve onların mallarında dilenci ve yoksulun (ayrılmış) bir hakkı vardı” (ez-Zariyât, 51/19).
“Eğer gece namazı da bulsa, Abdullah ne iyi adam” (Buhari, Teheccüd, 2).
“İman edip de güzel amel işleyenler ittika ettikleri ve tekrar iman edip salih amel işledikleri ve tekrar ittika ettikleri ve tekrar iman ettikleri ve ittika ettikleri ve mühsin oldukları takdirde (haram kılınmadan evvelki) taddıklarında (yediklerinde)- üzerlerine bir suç (günah) yoktur. Allah muhsinleri sever” (el-Maide, 5/93).
O muttakiler ki, Rabblerinden korkarlar ve onlar Kıyametten de titreyicidirler (el-Enbiya, 24/34).
16- Cihad Etmek:
“Allah’a ve ahiret gününe iman edenler mallarıyla ve canlarıyla cihad etmek (ten kaçınma) hususunda senden izin istemezler. Allah muttakileri bilendir (et-Tevbe, 9/44).
“Ey iman edenler, küfre sapanlardan size en yakın olanlarla savaşın. Siz de bir güç ve caydırıcılık görsünler. Ve bilin ki gerçekten Allah muttakilerle beraberdir (et-Tevbe, 9/123).
Şimdiye kadar uzun uzadıya saydığımız bu vasıflara sahip olan muttakiler elbette mükâfatsız bırakılmayacaklardır.
“Allah’a ve Rasullerine iman edin. Eğer iman eder ve ittika ederseniz size çok büyük mükâfat vardır”(Alu İmran, 3/179).
“Muttakiler için de Rabbleri katında nimet bahçeleri vardı. ” (el-Kalem, 68-34).
“Rabbinizden bir mağfirete ve genişliği göklerle yer arası kadar olan muttakiler için hazırlanmış bulunan Cennete koşun”(Alu İmran, 3/133).
“Yoksa biz, iman edip salih amel işleyenleri yeryüzünde fesad çıkaranlar gibi mi tutacağız? Veya muttakilerle facirleri bir mi tutacağız?” (es-Sad, 38/28).
“İşte ahiret yurdu onu yeryüzünde böbürlenme ve fesad çıkarmak istemeyenlere veririz. Akıbet (iyi sonuç) muttakilerindir” (el-Kasas, 28/83).
“Bu bir zikir (hatırlatma)dır. Muttakiler için güzel bir gelecek vardır: Kapıları kendilerine açılmış olan cennetler… Orada (koltuklara) yaslanarak birçok meyve ve içecek isterler. Yanlarında da bakışlarını yalnız (eşlerine) diken yaşıt dilberler vardır”(es-Sad, 38/49-52).
“Muttakiler emin bir makamdadırlar. Bahçelerde ve çeşme başlarında ince ipekten ve parlak atlastan giysiler giyerek karşılıklı otururlar. Ayrıca onları irigözlü hurilerle evlendirmişizdir. Orada güven içinde her meyveyi yerler. Orada ilk ölümden başka ölüm tadmazlar ve Allah onları Cehennem azabından korumuştur. Rabbinizden de bir lütuf olarak. İşte o büyük kurtuluş budur “(ed-Duhan, 44-51 57).
“Yarın ahirette insanlar Muttakiler ve Muttaki olmayan mücrim zâlim, şaki kafirler olarak ikiye ayrıldıklarında muttaki olamayan kâfirler kendileri için hazırlanan (el-Furkan, 25/11) Cehenneme bölük bölük (ez-Zümer, 39/71); (Meryem, 19/26) sevkolundukları ve o Cehenneme âtılıp yakıcı ateşinde (el-Leyl, 92/14,15) diz üstü bırakıldıkları zaman (Meryem, 19/72) muttakiler o Cehennemden uzaklaştırılıp (el-Leyl, 92/17) Rahman Allah’ın huzuruna getirilerek (Meryem, 19/25) oradan Cennete bölük bölük sevkolunurlarken (ez-Zümer, 39/173) insan bu kısımlardan hangisinde olmak ister!”
Muammer ERTAN