MUTLAK
Çözmek, salmak, boşamak, mutlak olarak söylemek, bir şeye nişan ve isim koymak anlamlarına gelen “itlak” masdarından ism-i mef’ul cinsinde yayılmış olan bir medlûle(anlama) delâlet eden lafız, Mutlak; lafzî herhangi bir kayıt olmaksızın, belirsiz bir veya bir kaç ferde delâlet eden lafızdır. Buna göre mutlak, yalnız mahiyete delâlet eder. Meselâ; “Bir köle azad etmek” ayetinde geçen “köle” lafzı mutlaktır. Mutlakın zıddı mukayyed’dir. Mukayyed; sayı göz önünde bulundurulmaksızın herhangi bir kayda bağlı olan lafızdır. Meselâ; “Mü’min bir köle âzad etmek” (en-Nisâ, 4/32) âyetindeki köle, Mü’min vasfıyla mukayyed’dir.
Mutlakın Mukayyed’e Hamli:
1) Mutlak ve mûkayyedin hükmü ve hükmün sebebi bir ise; mutlak, mukayyede hamlolunur. Meselâ; “Murdar ölmüş hayvan eti, kan ve domuz eti size haram kılındı”(el-Maide, 5/3) âyetinde kan mutlak olarak geçer. Buna karşılık “De ki; bana vahy olunanlar arasında bir kimsenin yiyeceğinden haram kılınmış bir şey bulmuyorum; ancak murdar hayvan eti veya dökülmüş olan kan veya domuz eti müstesnâdır” (el-En’am, 6/145) âyetinde ise, kan lafzı “dökülmüşlük” le mukayyed’dir. Bu iki ayette de hüküm aynıdır. Bu hüküm kanın içilmesidir. Hükmün sebebi de birdir o da kanı içmekten meydana gelen zarardır. Öyleyse birinci ayetteki mutlak kan, ikinci ayetteki kan’a hamlolunur.
2) Mutlak ile mukayyedin hüküm ve sebep bakımından değişik olmaları: “Erkek hırsızla kadın hırsızın ellerini kesin” (el-Maide, 5/38) âyetiyle, “Ey iman edenler, namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi ve başınıza meshedip her iki topuğa kadar ayaklarınızı yıkayın” (el-Maide, 5/6) âyeti buna misaldir. Şöyle ki, “eller” kelimesi birinci âyette mutlaktır, ikinci âyette ise “dirseklere kadar” kaydı ile mukayyed’dir. Burada hüküm muhteliftir. Zira hüküm ilk âyette hırsızın ellerinin kesilmesidir. İkinci âyette ise hüküm ellerin vucuben yıkanmasıdır. Birinci âyette hükmün sebebi hırsızlıktır, ikinci ayette ise, namazı kılmak iradesidir. Bu durumda mutlak, mukayyede haml olunmaz; bilâkis mutlakın bulunduğu yerde mutlakla; mukayyedin bulunduğu yerde de mukayyedle amel edilir. Zira iki nass’ın mevzuunda hiç bir bağlantı ve irtibat yoktur. Hırsızlık ayetinde ittakla amel edilerek hırsızın elinin bütünüyle kesilmesi itlakın muktezası idi. Fakat Samet bu itlakı mukayyed bir hâle getirmiştir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s)’in, hırsızın elini bilekten kestirdiğine dair rivayet vardır. Bu itibarla, Hanefilerce meşhur olan bu Sünnet’e göre Kur’an’da mutlak olarak geçen nass’ın Sünnetle mukayyed bir hale getirilmesi sahih olur.
3) Hüküm değişik, sebep bir olursa: Bu durumda mutlak itlakı üzere kalır. Varid olduğu yerde mutlakla amel edilir. Misal: “Ey iman edenler, namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın” (el-Maide, 5/6) ayetiyle “… Ve bu halde su bulamamışsanız, o vakit temiz bir toprakla teyemmüm edin. Buna göre ondan yüzlerinize ve ellerinize sürün” (el-Maide, 5/6) âyetidir. Birinci nassdaki hüküm mukayyed olarak geçen ellerin yıkanmasıdır. İkinci nassdaki hüküm ise, mutlak olarak varid olan ellere meshedilmesidir. Bu iki hükmün sebebi ise, birdir ki o da namaz kılmak arzusudur. Bu durumda mutlak, mukayyed üzerine hamlolunmaz.
4) Mutlak ve mukayyedin hükmü bir, fakat hükmün sebebi değişik ise: Bu durumda da mutlak, mukayyede hamledilmez. Mutlaka itlakına göre, mukayyede de takyidine göre amel edilir. Bu görüş Hanefilerindir. Diğerlerine göre burada mutlak mukayyed üzerine hamlolunur. Bunun misali zihar keffaretinde Allah Teâla’nın; “… Birbirleriyle temas etmeden önce bir köle âzad etmek gerekir” (el-Mücadele, 58/3) ayetiyle hata olarak vaki olan katl keffareti hakkındaki “Mü’min bir köle âzad etmek gerekir” (en-Nisa, 4/92) ayetidir. Rakaba yani köle lafzı birinci Nass’da mutlak, ikinci Nass’da ise mukayyed (Mü’min olma kaydı ile) olarak geçer (Abdülkerim Zeydân, el-Veciz fi Zisuli’l-Fıkhı, s. 234-238)..
Abdülbaki TURAN