İCAP VE KABUL
İcap; bir şeyi kendisine vacip ve gerekli kılmak, teklifte bulunmak demektir. Bir İslâm hukuku terimi olarak; alım-satım ve nikâh gibi herhangi bir ahdi yapmak isteyen iki taraftan birisinin bu akde razı olduğunu göstermek üzere ilk söylediği sözdür. Kabul de karşı tarafın icaba uygun olarak, muvafakâtini göstermek üzere ikinci olarak söylediği söz olup, bununla akit tamamlanır.
İcap ve kabul, bir akdin rükünlerindendir. Bir ibadet veya akdin aslını oluşturan ve onun en kuvvetli yanını teşkil eden parçalardan her birine “rükün” denir. Satım ve nikâh gibi akitlerin oluşmasında iki unsur önemli rol oynar. Bunlar da icap ve kabul ile bunların yerini tutan fiil ve sözlerdir. Bir satım akdinde tarafların irade beyanı, söz veya fiil ile olur. İlk olarak söylenen “sattım veya aldım” sözleri icab; diğer tarafın bunu izleyen “aldım veya sattım” sözleri kabul yerindedir. Burada, irade beyanını önce yapma prensibi esas alınmıştır. Bunun satıcı veya alıcının yapmış olması sonucu etkilemez. İlk teklif icab, ikincisi kabul niteliğindedir (İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, Beyrut 1374/1955, XIII, 185; el-Kâsânî, Bedâyîu’s-Sanâyi’, Beyrut 1394/1974, V, 133; İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, Mısır, 1316/1898, V, 74; İbn Abidîn, Reddü’l-Muhtâr, Beyrut ty. IV, 5; Mecelle, Madde, 101, 102).
Şâfiî ve Hanbelîlere göre ise icap; satılanın mülkiyetini nakledecek olan satıcının sözü olup, önce veya sonra olması sonucu değiştirmez. Kabul de, satılanın mülkiyetini üzerine alacak olan kimsenin irade beyanıdır (ez-Zühaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî fî Uslûbihi’l-Cedid, Dımaşk, ty., I, 157).
Akitlerde, insanlar arasında cereyan örf ve âdetlere göre, iradeyi açıklayış tarzları şu şekillerde olur.
a) Sözle icap ve kabul: İnsanların konuşarak anlaşması asıldır. Yazı sadece unutma veya inkâr halinde ispat kolaylığı sağlar ve geleceğe ait hak ve görevleri tespite yarar (el-Bakara, 2/282). Satım akdinde maksadı anlatacak sözlerin, mülkiyetin nakli sonucunu doğuracak ifadeler olması gerekir. Başka bir deyimle, bu sözlerin temlik ve temellük anlamı taşımaları gereklidir (el-Kâsânî, a.g.e, V, 133). İcap ve kabulde söze değil anlama itibar edilir. Kelimenin sözlük anlamından çok sözleşmeyi yapanlar tarafından hangi anlamda kullanıldığı araştırılır ve ona göre hüküm verilir. Meselâ; bir kimse diğerine; “bu malı sana yüzbin lira karşılığında hibe ettim” dese, alıcı da kabul iradesini açıklayınca, hibe akdi değil, satım akdi meydana gelmiş olur (el-Kâsânî, a.g.e, V, 133; İbnü’l-Hümâm, a.g.e, II, 364, V, 46; el-Mevsilî, el-İhtiyâr, Kahire t.y., II, 4, 111, 83).
Akitlerde sözcükler manayı yansıttığı için, önce sözcük ve anlamı birlikte değerlendirilir ve her ikisine birlikte itibar edilir. Sözcükle anlamı uzlaşmazsa, anlam esas alınır (Mecelle, Madde, 3; Ali Haydar, Düraru’l-Hukkâm, İstanbul 1330/1912,I, 35). Hadiste; “Ameller niyetlere göredir” (Buhârî, Bed’ül- Vahy, 1: Müslim, İmâre, 155) buyurulmuştur.
Sıygaların icap ve kabulde etkisi:
Geçmiş zaman (di’li geçmiş) sıygası: Türkçemizdeki “di’li geçmiş zaman kipi”, Arapça “mazı sıygası”nın karşılığıdır. “Sattım, aldım, kabul ettim” gibi sözler böyledir. Akitler genel olarak bu sıyga kullanılarak yapılır. Çünkü mâzî sıygası kesinlik ifade eder. Bu yüzden, klâsik İslâm hukuku kaynakları, akitlerin yapılmasında önce mazı sıygasını zikrederler (el-Kâsânî, a.g.e, V, 133).
Şimdiki zaman sıygası: Şimdiki ve geniş zaman kipi, arapça “muzârî” karşılığıdır. “Satıyorum, alıyorum, satarım, alırım” gibi sözler böyledir. Bu sıyga gelecek zaman anlamını da kapsadığı için, satım akdini geniş veya gelecek zaman ihtimali olmaksızın, yapıldığı anda doluşturmak üzere kullanılmışsa, muzarî sıygası ile de akit meydana gelir. Bu takdirde, akit yapma va’di ile karışmaması için, akdi o anda yapmakta olduğunu bilmek ve buna niyet etmek de gereklidir (el-Kâsânî, a.g.e, VI, 133; Ali Haydar, a.g.e, I, 260, 261; Mecelle, Madde, 170; el-Mevsilî, a.g.e, II, 4). Özellikle nikâh akdinde, söz kesme veya nişanın, evlilik akdi ile karışmaması için, nikâh teklifinin (icap) gelecek zaman dışında, maksadı anlatmaya yarayacak her sıyga da yapılabileceği, kabulün ise daima mazi sıygası kullanılarak veya başka sıyga kullanılmışsa, akdin o anda yapıldığını gösteren ifadelerin eklenmesi yoluyla yapılması üzerinde durulmuştur (e-Kâsânî, a.g.e, II, 231; İbnü’l-Hümâm, a.g.e, II, 344-345, el-Cezîrî, el-Fıkh ale’l-Mezâhibi’l-Erbaa, Kahire 1392, IV, 13-18; Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslâm Hukuku, İstanbul 1983, s. 189; İslâm Hukukuna Göre Alım Satımda Kâr Hadleri, s. 26, 27).
Emir sıygası: “Sat” ve “satın al” gibi emir sıygası için değişik görüşler öne sürülmüştür. Bu sıyga, akdi o anda meydana getirmek amacıyla kullanılmışsa akit oluşur. “Şu malı yüz bin liraya satın al” teklifine, karşı tarafın; “dediğin fiyata kabul ettim” diye cevap vermesi gibi (el-Kâsânî, a.g.e, V, 133; Mecelle, Madde, 172). Ancak emir sıygasında gelecek zaman anlamı varsa birbirini izleyen üç irade beyanına ihtiyaç vardır. Alıcı, satıcıya “bu malı bana yüzbin liraya sat” dese, “dediğin fiyata sattım” diye cevap verse, alıcının tekrar, “o fiyata kabul ettim” demesi gerekir. Aksi halde akit meydana gelmez. İlk teklifin satıcıdan gelmesi halinde de hüküm böyledir (el-Kâsânî, a.g.e, V, 133; İbnü’l-Hümâm, a.g.e, V, 75). Bu şekilde yapılan bir sözleşmede ilk teklif icaptan çok “icaba çağırma (davet)” niteliğindedir.
Alış-verişlerde çoğu zaman, gerçek ve ciddi tekliften önce ön konuşmalar ve pazarlıklar cereyan eder. Yalnız fiyat öğrenmek veya indirim miktarını anlamak amacıyla da pazarlık yapılmış olabilir. İcaba çağırma yüz yüze yapılacağı gibi çoğu zaman gazetelere verilen ilânla, tarife ve cârî fiyat listeleri gönderme yolu ile de yapılır. Bu ilân veya listeyi gören alıcının, satıcıya yapacağı “satın alma teklifi” asıl icap niteliğindedir. Bundan sonra alıcının tekrar kabul iradesini açıklaması “kabul” yerindedir. İcapla, icaba daveti birbirinden ayırmak her zaman kolay olmaz. Çünkü bu iki beyan birbirine benzemektedir. Eğer beyanda bulunan, bu beyanı ile son sözünü söylemiş ve sözleşmenin yapılması için gerekli unsurları da bildirmişse bunu icap saymak, son sözü söylememiş, yalnız akit yapmak niyetinden herkesi haberdar etmek istemişse, bunu da icaba davet olarak kabul etmek gerekir.
Soru sıygası kullanılarak yapılacak icabı, icaba davet olarak değerlendirmek gerekir. Soruya verilen olumlu cevap, gerçek icap, bunu izleyen karşı tarafın irade beyanı da kabul yerindedir. Burada üçlü konuşma cereyan eder. “Bu malı yüzbin liraya satar mısın” sorusuna, satıcının “satarım” diye cevap vermesi, alıcının tekrar, “fiyata malı satın aldım” demesi gibi (el-Kâsânî, a.g.e, V, 133; el-Fetâvâ’l-Hindiyye, Bulak 1310/1892, III, 14; Ali Haydar, a.g.e, I, 262).
Gelecek zaman sıygası kesinlik ifade etmediği için, satım akdi meydana getirmeye elverişli değildir. Bununla akdin o anda yapıldığına niyet etmek imkânı da bulunmaz. Bu sıyga ile ancak “satış va’di” yapılabilir (Mecelle, Mad., 171; Ali Haydar, a.g.e, I, 261, 262).
b) Mektup, elçi, telefon vb. ile icap ve kabul:
Satım akdi, hazır olmayanlar arasında yapılacaksa, icap ve kabul haberini taraflara ulaştıracak bir aracıya ihtiyaç olacaktır. Haber ulaştırmada mektup, elçi, telefon, telgraf vb. araçlardan yararlanılır.
Mektup, telgraf ve faks gibi yazı yoluyla icap, karşı tarafa ulaşınca, alıcı bu teklifi kabul ederse akit meydana gelir ve kabul haberini satıcıya ulaştırır. Elçi de aynı görevi ifa eder (Ali Haydar, a.g.e, I, 151, 152, 264, 265; Mecelle, Madde, 69, 173; İbnü’l Hümâm, a.g.e, V, 79; İbn Nüceym el-Mısrî, el-Bahru’r-Râik, Kahire 1311/1893, V, 290).
Telefonla satım akdi yapmak, bu aracın haberleşmede kullanılmasından sonra ortaya çıkan yeni bir meselesidir. Bu nedenle klâsik İslâm hukuku kaynaklarında telefonla akit konusu yer almamıştır. Artık, yüzyılımızın ekonomik faaliyetleri arasında telefon, yüz yüze görüşmeler kadar önem kazanmış ve ticaret hayatının ayrılmaz bir parçası olmuştur. Bu yüzden bazı muasır İslâm hukukçuları telefonla akit yapmanın mümkün ve câiz olduğunu belirtmişlerdir. M. Sellâm Medkûr bunlar arasındadır (Medkûr, el-Medhal Li’l-Fıkhı’l-İslâmî, Kahire 1960, s. 527). Bu görüş, birbirinin sesini duyabilecek kadar uzaklıktaki kişilerin akit yapabilecekleri esasına dayanır (İbnü’l-Hümâm, a.g.e, V, 78, 79). Ancak telefonda icap ve kabulün bağlayıcı olması ve akit meydana getirebilmesi için görüşmenin belirli kimseler arasında ve satın akdi yapmak üzere cereyan etmesi gerekir (Hamdi Döndüren, İslâm Hukukuna Göre Alım Satımda Kâr Hadleri, Balıkesir 1984, s. 29, 30).
Ezher Üniversitesi İlmî Araştırmalar ve İftâ Komisyonu’na telefonla nikâh akdinin yapılıp yapılamayacağı sorulmuş, adı geçen komisyon bu soruya; evleneceklerin sesini başkalarının taklit etmesi muhtemel olduğu gerekçesine dayanarak olumsuz cevap vermiştir (Mecmau’l-Buhûsi’l-İslâmî, Kahire 1397, I, Sayı: 3, s. 370). Evlilik akdinin önemi ve akit sırasında şahitlerin hazır bulunmasının gerekliliği gibi nedenlerle bu fetvâ yerindedir. Temelde İslâm hukuku hazır olmayanların vekil veya mektup aracılığı ile nikâh akdi yapmalarına cevaz vermiştir (el-Kâsânî, a.g.e, II, 231). Ancak telefondaki durum farklı olduğu gibi, satın akdi de nikâh akdinden farklıdır. Kişi genellikle ömründe bir kere evlenir, fakat her gün alış-veriş yapmak zorunda bulunur.
c) Teâtî yolu ile icap ve kabul:
Teâtî; satış bedelini verip hiç konuşmadan malı almak demektir. Burada icap ve kabul, parayı verme ve karşılığında malı alma fiili ile açıklanmış olur. Bu şekil alış-veriş fiyatı herkesçe bilinen veya üzerinde fiyat etiketi bulunan veyahut da fiyatı o anda satıcı tarafından açıklanan mallarda söz konusu olur. Malın değerinin az veya çok olması durumu edilemez. Alıcının kolaylıkla alabileceği yere konulan gazete, dergi, kitap vb. şeyler bu tarzda alış-verişe elverişlidir.
İmam Şâfiî, sözlü konuşma olmadıkça satım akdinin meydana gelmeyeceğini söylemiştir. Delil; “Satım akdi ancak karşılıklı rıza ile olur” (İbn Mâce, Ticârât, 18; İbn Hanbel, Müsned, 111, 526) hadisidir. Burada rıza; söz veya yazı ile açıklanırsa kesinlik kazanır. Ancak teâtî, ticaret hayatında örf halini almaya başlayınca Şâfiîlerin görüşünde değişiklik oldu. Bu konuda önce İmam Gazzâlî (ö. 505/111) teâtîyi basit eşyanın; Nevevî (ö. 676/1277) ve Bağavî’nin (ö. 436/1044) içinde bulunduğu bir grup bilgin ise, ticaret örfünün cereyan ettiği her çeşit malın alım-satımında câiz gördüler (el-Kâsânî, a.g.e, V, 134; ez-Zühaylî, a.g.e, I, 161).
Yüzyılımızda, artık çeşitli malların fiyatları standard olup, etiketli veya narha tabidir. Bu fiyatı önceden bilen veya o sırada öğrenen alıcı, satış bedelini verip malı almakta, sözlü icap ve kabul formalitelerine gerek duyulmamaktadır. Bu çeşit alış-verişler de ticaret hayatının kopmaz bir parçası olmuştur. İslâm hukuku icab ve kabulü ifade etmek üzere belirli sözcükler şart koşmadığına göre, bu konuda örf ve âdetler geçerlidir. Kitap ve sünnette bağlayıcı bir hüküm bulunmadığı zaman, toplumun benimsediği, iyi ve güzel görüp uyguladığı örfler esas alınır. Hz. Peygamber bu konuda şöyle buyurmuştur: “Müslümanların güzel gördüğü şeyler, Allah katında da güzeldir” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 379).
Satım akdinde, akdin yapıldığı yer ve zamana “akit meclisi” denir. Bu meclis; tarafların birbirinden bedenen ayrılması, konuşmalarda alış-verişin söz konusu olmaktan çıkması, teklifin reddedildiğini gösteren bir davranışın yapılması veya akdin meydana gelmesi gibi nedenlerle sona erer. Satım akdi hazırlar arasında yapılıyorsa, taraflar bir araya gelip de akitle meşgul olmaya başlayınca akit meclisi teşekkül etmiş olur. Mecelle 181. maddede; “Alış-veriş meclisi, tarafların pazarlık için bir araya gelmesidir” denilmektedir. Söz, fiil veya davranışlarla kabul veya red iradesi belli oluncaya kadar akit meclisi devam eder.
Akit meclisinde tarafların muhayyerlik hakkı:
Hanefilere göre, satım akdi icap ve kabul ile teşekkül eder. İvazlı (bedelli) akitler meclis muhayyerliğine muhtaç değildir. Hz. Ömer’in; “satım akdi ya tek sözleşmede (safka) tamam olur, ya da muhayyerlik vardır” (ez-Zühaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî Fî Uslûbihi’l-cedîd, 1, 162) dediği nakledilir. Bir akdin, teşekkül ettikten sonra parçalanmaması ve askıda kalmaması hususu çeşitli hadislerde önemle belirtilmiştir.
Bir hadiste şöyle buyurulur: “Alışveriş yapanlar birbirlerinden ayrılıncaya kadar muhayyerdirler” (Buhârî, Büyû’, 19, 22, 42-47; Müslim, Büyû’, 43, 46, 47; Ebû Dâvud, Büyû’, 51; Tirmizi, Büyû, 26; Nesaî, Büyû’, 4, 8, 10, 82; Ahmed b. Hanbel, Müsned, l, 3, 9, 52, 54, 73, 135, 311, III, 402, 403, 425, 434, V, 12, 71, 21, 22, 23).
Bu hadiste; “birbirlerinden ayrılıncaya kadar” sözü, “icap ve kabul iradelerini açıklayıncaya kadar” şeklinde anlaşılmıştır. Buna göre, icapta bulunan kimse, karşı taraf kabul iradesini açıklayıncaya kadar bu teklifinden cayabilecektir. Başka bir deyimle, meclis muhayyerliği, icabı yapan bakımından karşı tarafın kabulüne kadar devam edecektir ki, buna “rucû (cayma, dönme) muhayyerliği” denir (el-Kâsânî, a.g.e, V, 134). Mâlikîler bu konuda çoğunluk İslâm hukukçularına karşı çıkarak, icapta bulunanın rucû hakkı olmadığını söylemişlerdir. Onlar, yukarıdaki hadisi, Medinelilerin uygulamasına aykırı bularak reddederler. Çünkü Mâlikî mezhebine göre, tek râvinin naklettiği hadisle Medineli müslümanların ameli çatışırsa, hadis reddedilir (el-Cezîrî, Kitabu’l-Fıkh ale’l-Mezâbihi’l-Erbaa, Mısır, t.y., II, 157).
Şâfiî ve Hanbelîlere göre, icap ve kabul sonunda satım akdi meydana gelmekle birlikte, taraflar henüz akdin yapıldığı meclisten ayrılmamışlarsa tek yanlı veya karşılıklı istek sonucu akdi bozabilirler. İşte buna “meclis muhayyerliği” adı verilir. Akit meclisinin sona erip ermediği konusunda anlaşmazlık çıkarsa örfe bakılır (İbn Kudâme, el-Muğnî, III, 563).
Şâfiîler de bu konuda yukarıdaki aynı hadise dayanırlar. Onlara göre, hadisteki “birbirlerinden ayrılmak”tan maksat, bedenen ayrılmadır. Bu yüzden taraflar isterlerse meclis sonuna kadar akdi bozabilirler (İbnü’l Hümâm, a.g.e, V, 81).
Mecelle 182. madde Hanefilerin görüşüne uygun olarak şöyle ifade edilmiştir: “Alış-veriş meclisinde, icaptan sonra meclis sonuna kadar taraflar muhayyerdir” Buna göre, icapta bulunan, bu teklifinden meclis sonuna kadar cayabileceği gibi, karşı taraf da kabul veya red şeklindeki irade beyanını meclis sonuna kadar geciktirebilir. Yeter ki, arada meclisi bozan bir durum meydana gelmiş olmasın (Hamdi Döndüren, İslâm Hukukuna Göre Alım Satımda Kâr Hadleri, Balıkesir 1984, s. 32-34).
Rucû hakkının kullanılması Mecelle’nin devamı maddelerinde şöyle belirlenmiştir: “İcaptan sonra, kabulden önce taraflardan biri, akit yapmak istemediğini gösteren bir söz veya fiilde bulunursa icap bâtıl olup, kabule mahal kalmaz” (Mecelle, madde, 183). “Taraflardan biri icapta bulunup da karşı tarafın kabulünden önce rucû etse icap bâtıl olur ve ondan sonraki kabul ile satım akdi meydana gelemez” (Madde, 184; Ali Haydar, Dürerü’l-Hukkâm, İstanbul 1330/1912, I, 283-289).
Akit meclisi ile ilgili bu hükümler genel olarak, nikâh, hibe ve kira akdi gibi muâmelelerde de söz konusu olur.
Hamdi DÖNDÜREN