Yüce kitabımız Kuranı Kerim surelerinden Alak Suresi meali, Alak Suresi tefsiri, Alak Suresi fazileti bu sayfada derledik. İşte Alak Suresi arapça okunuşu ve yazılışı (Alak Suresi okunuşu ve anlamı) ile Alak suresi hakkında tüm detaylar.
Alak, insanın yaratılış safhalarından olan aşılanmış yumurtayı ifade eder. Alak Suresi’ne “İkra suresi” de denir. Mekkede indirilmiş olup 19 ayettir. Bu sûre-i celilenin ilk beş ayeti, Kur’an-ı Kerimden ilk nazil olan kısmı teşkil eder. Sûre adını 2. ayette geçen el-alak kelimesinden almıştır. Bu kelime, “yapışkan, asılıp tutunan şey” demek olup, bundan maksad insanın, ana rahminin cidarına yapışan döllenmiş bir hücreden yaratıldığını hatırlatmaktır. Bu sûre-i şerife Hz. Peygambere (a.s) vahyin gönderilmeye başlamasını, okuma, yazma ve ilmin önemini vurgulayarak başlar. İkinci bölümde zenginleşen kâfirde azıtma ve tuğyan damarının kabardığını, üçüncü bölümde ise, başlıca örneğini Ebû Cehil’de bulan azgınların, dinin direği olan namazı engellemeye çalıştıklarını ve onların müstehak oldukları cezaya çarptırılacaklarını bildirir.
Bu sûrenin son âyeti olan 19″ncu âyetini okuyan kimsenin secde etmesi sünnettir. Kur”ân-ı Ke-rîm”de 14 yerde secde vardır. 14″ncü secde âyeti de bu sûrenin sonundadır.
Alak Suresi Fazileti
Alak Sûresini yedi kere okuyan kimsenin istek ve dileği gerçekleşir. Kendisinden üst bir kimseden bir isteği olan bu sûreyi yedi kere okusa, isteği yerine gelir, üstelik kendisine de saygı gösterilir. Yani, saygın bir kişi olmak isteyen bu sûreyi yedi kere okumalıdır.
Kur”ân sûrelerini okumak, Allâh ile konuşmak demek olacağından elbetteki kulun bütün dileklerini gerçekleştirecektir. Çünkü dilekleri veren, muradları veren ancak ve ancak Allâh”tır. Şu halde Kur”ân sûresi okuyanın eli boş çevrilmez. İşte bu gerçekler düşünülürse, insan hemen aşk ile, cânü gönülden diz çöküp Allâh kelâmı (sözü) olan Kur”ân sûrelerini okumaktan kendini alamaz.
Alak Suresi Arapça Yazılışı
Alak Suresi Arapça Okunuşu
Bismillahirrahmânirrahîm.
1- Ikra’ bismi rabbikelleziy halak
2- Halekal’insane min ‘alak
3- Ikre’ ve rabbükel’ekrem
4- Elleziy ‘alleme bilkalem
5- Allemel’insane ma lem ya’lem
6- Kella innel’insane leyatğa
7- Erra a hustağna
8- İnne ila rabbikerrü’câ
9- Eraeytelleziy yenha
10- Abden iza salla
11- Eraeyte in kane ‘alelhüda
12- Ev emara bittakva
13- Eraeyte in kezzebe ve tevella
14- Elem ya’lem biennallahe yera
15- Kella lein lem yentehi lenesfe’an binnasıyeh
16- Nasıyetin kezibetin hatıeh
17- Felyed’u nadiyehu.
18- Sened’uzzebaniyete.
19- Kella la tütı’hü vescüd vakterib
Alak Suresi Dinle
Alak Suresi Anlamı (Meali)
Rahmân ve Rahîm (olan) Allah’ın adıyla.
1. Yaratan Rabbinin adıyla oku!
2. O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı.
3. Oku! Rabbin, en büyük kerem sahibidir.
4. O Rab ki kalemle (yazmayı) öğretti.
5. İnsana bilmedikleri şeyi öğretti.
6. Gerçek şu ki, insan azar.
7. Kendini kendine yeterli gördüğü için.
8. Kuşkusuz dönüş Rabbinedir.
9. Gördün mü şu men edeni,
10. Namaz kılarken bir kulu (Peygamber’i namazdan)?
11. Gördün mü, ya o (Peygamber) doğru yolda olur,
12. Yahut takvâyı emrediyorsa?
13. Ne dersin o (meneden, Peygamber’i) yalanlıyor ve doğru yoldan yüz çeviriyorsa!
14. (Bu adam) Allah’ın, (yaptıklarını) gördüğünü bilmez mi!
15. Hayır, hayır! Eğer vazgeçmezse, derhal onu alnından (perçeminden), yakalarız (cehenneme atarız).
16. O yalancı, günahkâr alından (perçemden),
17. O, hemen gidip meclisini (kendi taraftarlarını) çağırsın.
18. Biz de zebânîleri çağıracağız.
19. Hayır! Ona uyma! Allah’a secde et ve (yalnızca O’na) yaklaş!
Alak Suresi Tefsiri Mevdudi
Bu sure iki kısma ayrılır. Birinci kısım, “İkra”dan beşinci ayet olan “ma lem ya’lem”e kadardır. İkinci kısım, “Kellâ inne’l-insane le yetğa”dan surenin sonuna kadardır. Cumhur ulema, birinci kısmın Rasulullah’a gelen ilk vahiy olduğunda ittifak etmiştir. Bunun hakkında, İmam Ahmed, Buharî ve Müslim müteaddit senetlerle en sahih hadislerden sayılan bir rivayeti Hz. Aişe’den rivayet etmişlerdir. Bu rivayette Hz. Aişe, vahyin nasıl başladığını Rasulullah’ın kendisinden duymuştur. Ayrıca aynı rivayet İbn Abbas, Ebu Musa el Eş’ari ve sahabeden bir cemaatten de şu şekilde menkuldür: “Kur’an’ın ilk inen ayetleri bunlardır.” İkinci kısım, Rasulullah Harem-i Şerif’te namaz kılmaya başladığı ve Ebu Cehil’in de onu namazdan menetmek için tehdit ettiği zaman nazil olmuştur.
Vahyin başlangıcı
Muhaddislerin kendi senetleri ile İmam Zühri’den, onun Urve b. Zubeyr’den, onun da, teyzesi Hz. Aişe’den rivayet ettiği gibi vahyin başlangıcı şu şekilde nakledilmiştir: Vahiy ilk dönemlerde Rasulullah’ın sadık rüyalar (bazı rivayetlerde iyi) görmesi ile başladı. Rasulullah bu rüyaları apaçık bir gerçek olarak görmekteydi. Rasulullah daha sonra yalnızlığı sevmeye başladı.
Hıra mağarasında günlerce ibadet için kalırdı. (Hz. Aişe burada “tahanus” kelimesini kullanmıştır. İmam Zuhri bunu “taabbûd” olarak açıklamıştır. Bu, Rasulullah’ın eda ettiği bir çeşit ibadetti. Çünkü Allah (c.c.) ona henüz nasıl ibadet edeceğini öğretmemişti) Rasulullah (s.a) evden yiyecek ve içeceğini alarak mağarada birkaç gün geçirirdi. Sonra yine eve döner ve Hz. Hatice’ye yiyecek ve içecek hazırlatarak ibadet için mağaraya dönerdi. Birgün Rasulullah Hıra mağarasında iken birden bire vahiy nazil oldu. Melek gelerek ona “oku” dedi. Hz. Aişe Rasulullah’ın sözünü şöyle nakletmektedir: “Ben okumuş değilim, dedim. Bunun üzerine melek beni tutarak sıktı. O kadar şiddetliydi ki tahammül edemiyordum. Sonra bıraktı ve tekrar “oku” dedi. Ben tekrar “okumuş değilim” dedim. Beni tekrar o kadar şiddetli sıktı ki tahammül edemedim. Sonra bıraktı ve tekrar “oku” dedi. Ben tekrar “okumuş değilim” dedim. Beni üçüncü defa öyle kuvvetli sıktı ki, tahammülüm kalmadı. Sonra beni bıraktı ve “Ikra bismi Rabbike’llezi halak” (Yaratan Rabb’inin ismiyle oku) dedi. Bu ayetten “ma lem ya’lem” e kadar okudu. Hz. Aişe diyor ki: Sonra Rasulullah, titreyerek eve döndü ve Hz. Hatice’ye “beni örtün” dedi. Rasulullah’ı örttüler. Bu korku durumu geçtikten sonra Rasulullah şöyle buyurdu: “Ey Hatice! Bana ne oldu?” Daha sonra bütün olanları Hz. Hatice’ye anlattı. Ve “Canımdan korkuyorum.” dedi. Hz. Hatice “Kesinlikle değil. Memnun ol. Allah’a yemin ederim ki, O seni rezil etmez. Sen akrabalarına iyi davranırsın. Doğru sözlüsün (Diğer bir rivayette emaneti yerine getirirsin), çaresiz olanların yükünü hafifletirsin, fakir ve yoksullara yardım edersin, misafirperversin, iyi işlerde yardımcısın…” dedi. Hz. Hatice daha sonra Resulullah’ı yanına alarak amcasının oğlu Varaka b. Nevfel’e gittiler. Varaka, cahiliye döneminde Hristiyan olmuştu. İbranice ve Arapça olarak İncil yazıyor, okuyordu. Çok yaşlı olduğundan gözleri görmüyordu. Hz. Hatice ona şöyle dedi: “Ağabeyciğim! Yeğenini biraz dinler misin?” Varaka Rasulullah’a sordu ve Rasulullah olanları anlattı. Varaka: “Bu aynı Namustur (Vahiy getiren melek). Allah, onu Hz. Musa’ya da göndermişti. Keşke senin nübüvvet zamanında genç olabilseydim. Keşke kavminin, seni yurdundan çıkaracağı zamana kadar yaşayabilseydim.” Rasulullah sordu: “Onlar beni buradan kovacaklar mı?” Varaka: “Evet, senin getirdiğini getiren bir şahsa insanların düşman olmadığı bir zaman yoktur. Eğer senin döneminde yaşarsam bütün gücümle sana yardım ederim.” dedi. Ancak çok geçmeden öldü.
Bu rivayetten açıkça anlaşılıyor ki vahiy gelmeden hemen önce bile Rasulullah’ın düşüncesinde Nebi olacağına dair bir şey yoktu. Nebiliğe talip olmak ve onu beklemek bir yana, onun ne olduğunu bile bilmiyordu.
Vahyin nüzulü ve melekle karşılaşması bir kişinin hiç beklemediği halde büyük bir olayla karşılaşması ve onun etkisi altında kalması gibi bir şeydi. Bu nedenle, İslâmı daveti başladığında Mekkeliler Rasulullah’a her türlü itirazı yönelttikleri halde, hiç kimse “Biz böyle şeyi Muhammed (a.s) den bekliyorduk, çünkü o bunun planlarını yapıyordu.” diyememiştir.
Bu rivayetten şu da anlaşılmaktadır: Rasulullah nübüvvetten önce de çok temizdi. Onun ahlakı çok yüceydi. Hz. Hatice 55 yaşında bir kadın ve Rasulullah ondan 15 yaş küçüktü. Uzun evlilik dönemleri içerisinde Rasulullah’ın hiç bir şeyi Hz. Hatice’den gizli kalamazdı. O, Rasulullah’ın ahlakının ne derece yüksek olduğuna bizzat tanıktı. Rasulullah Hıra’dan döndüğü zaman, onun başından geçenleri duyunca hiç tereddütsüz kabul ederek şöyle demişti: “Sana vahiy getiren gerçekten Allah’ın meleğiydi” Aynı şekilde Varaka b. Nevfel’de Mekke’nin yaşlı bir kişisi idi. Rasulullah’ı çocuktan beri tanırdı. 15 senelik yakın akrabalığı dolayısıyla Rasulullah’ın hayatına ve yaşantısına yakından vakıftı. Rasulullah’tan vahiy olayını işitince o da hiç tereddütsüz kabul etmiş ve şöyle demişti: “Bu aynı Namus’tur ki, Hz. Musa’ya da gönderilmişti.” Bunun anlamı şudur: Varaka’ya göre de Rasulullah öyle bir insandı ki, ona nübüvvet verilmesi çok tabiiydi.
İkinci kısmın nüzul zamanı:
Bu surenin ikinci kısmı, Rasulullah’ın namaz kılmaya başladığı ve Ebu Cehil’in de onu korkutmak, tehdit yoluyla engel olmak istediği zaman nazil olmuştur. Öyle anlaşılıyor ki, nübüvvetten sonra Rasulullah İslâmî tebliğe başlamadan önce Harem-i Şerif’te Allah’ın öğrettiği tarzda namaz kılmaya başlamıştı. Mekkeli müşrikler bundan Rasulullah’ın yeni bir din takip etmeye başladığını anlamışlardı. Mekke’deki diğer insanlar Rasulullah’ın yeni tarzdaki ibadetini hayretle seyrederken, Ebu Cehil, cahiliyet taassubu ile bu şekilde ibadet etmemesi için Rasulullah’ı korkutmaya çalıştı. Bu olay hakkında pek çok hadis vardır. Ebu Cehil’in bu beyhude hareketinin hadisi İbn Abbas ve Ebu Hureyre’den mervidir.
Ebu Hureyre’den şöyle rivayet edilmiştir. “Ebu Cehil Kureyşlilere sormuş; Muhammed siz varken de ellerini yere koyup secde ediyor mu? Onlar “evet” dediler. Ebu Cehil, “Lat ve Uzza’ya yemin ederim, eğer onu bu şekilde ibadet ederken görürsem ensesine ayağımı basarak yüzünü yere sürteceğim.” dedi. Bir gün, Rasulullah namaz kılmaktaydı. Ebu Cehil, ensesine basmak için ona doğru yöneldi.
Ama birdenbire herkes onun geri çekildiğini gördü. Ebu Cehil’e soruldu: “Ne oluyor?” Ebu Cehil: “Benimle onun arasında bir ateş hendeği vardı. Bazı kanatlar da gördüm.” Rasulullah şöyle buyurdu: “Eğer yanıma gelseydi melekler onu parçalayacaktı.” (Ahmed, Müslim, Neseî, İbn Cerir, İbn Ebi Hatim, İbnü’l Münzir, İbn Merduye, Ebu Nuaym, İsfehanî, Beyhakî)
İbn Abbas’tan şöyle rivayet edilmiştir: “Ebu Cehil dedi ki: Eğer Muhammed’in Kâbe civarında ibadet ettiğini görürsem ensesini ayaklarımın altına alacağım.” Bu haber Rasulullah’a ulaştığında şöyle buyurdu. “Eğer böyle yaparsa melekler onu yakalarlar”. (Buharî, Tirmizî, Neseî, İbn Cerir, Abdürrezzak, Abd b. Humeyd, İbn Münzir, İbn Merduye).
İbn Abbas’tan diğer bir rivayette şöyledir: “Rasulullah, Makam-ı İbrahim’de namaz kılmaktaydı. Ebu Cehil yanına gelerek şöyle dedi: “Ey Muhammed! Ben seni bundan menetmedim mi? ve Rasulullah’ı tehdit etmeye başladı. Rasulullah ona sert bir şekilde “Sen kim oluyorsun?” karşılığını verdi. Bunun üzerine Ebu Cehil. “Ey Muhammed! Sen kime güvenerek beni korkutuyorsun? dedi. Ve devam etti: Tanrıya yemin ederim ki, burada en fazla yardımcısı olanlardanım. (Ahmed, Tirmizî, Neseî, İbn Cerir, İbn Ebi Şeybe, İbn Münzir, Taberanî, İbn Merduye)
Bu olay üzerine surenin “kella inne’l insane le yetğa” ile başlayan kısmı nazil olmuştur. Bu kısmın yeri doğal olarak Kur’an’ın bu suresindedir. Çünkü Rasulullah İslâmı ilk kez namaz ile açığa vurmuştu. Kafirlerle karşı karşıya gelmesinin başlangıcını bu oluşturmuştu.
Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla
1 Oku1 Rabb’inin ismiyle2 ki sizi O yarattı.3
2 O, insanı bir alak’tan4 yarattı.
3 Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir;
AÇIKLAMA
1. Girişte de açıklandığı gibi, Melek “oku” dediğinde Rasulullah “Ben okuma bilmem” şeklinde cevap vermişti. Bundan anlaşılıyor ki, Melek vahyi yazılı olarak getirmiş ve Rasulullah’ın bunu okumasını söylemişti. Çünkü eğer meleğin maksadı kendi söylediğini Rasulullah’ın sadece tekrar etmesini istemek olsaydı, Rasulullah “Ben okuma bilmem” demezdi.
2. Yani Rabb’inin ismiyle oku. Diğer ifadeyle “Bismillah” diyerek oku. Bundan anlaşılıyor ki, Rasulullah vahiyden önce de yalnız Allah’ı Rabb olarak tanıyor ve biliyordu. Onun için “Rabb’in kimdir? denmeye gerek görülmemiştir. Yani burada sadece Rabb’inin ismiyle oku denmiştir.
3. Burada, “halak” kelimesi mutlak olarak kullanılmış ve neyi yarattığı belirtilmemiştir. Çünkü “Yaratan Rabb’inin ismiyle” denmesinden, Kainatı ve içindeki her şeyi yarattığı kendiliğinden anlaşılmaktadır.
4. Kainatı genel olarak zikrettikten sonra insanın ne gibi hakir bir başlangıç ile yaratıldığı belirtilmiştir. “Alak”, “Alaka”nın çoğuludur. Manası, “pıhtılaşmış kan”dır. Bu durum hamileliğin ilk birkaç günü içinde meydana gelir. Daha sonra et şeklini alır. Ve tedricen insan şekillenmeye başlar. (Bkz. Hac 5 an. 5’ten 7’ye)
4 Ki O, kalemle (yazmayı) öğretendir.5
5 İnsana bilmediğini öğretti.6
6 Hayır;7 gerçekten insan, azar.
7 Kendini müstağni gördüğünden.8
8 Şüphesiz, dönüş yalnızca Rabbinedir.9
9 Engellemekte olanı gördün mü?
10 Namaz kıldığı zaman bir kulu.10
11 Gördün mü? Ya o (kul) doğru yol üzerinde ise,
12 Ya da takvayı emrettiyse.
13 Gördün mü? Ya (bu engellemek isteyen) yalanlıyor ve yüz çeviriyor ise.
14 O, Allah’ın görmekte olduğunu bilmiyor mu?11
AÇIKLAMA
5. Yani, hakir bir başlangıçtan sonra insana ilim vererek onu mahlukatın en yüksek seviyesine çıkarması, Allah’ın en büyük lütfudur. Sadece ilim değil, kalem kullanmayı da öğreterek, sahip olduğu ilmi büyük çapta yaymasını, bu yolla ilerlemesini ve sonraki nesiller için muhafaza etmesini de sağlamıştır. Eğer Allah, ilham yoluyla insana kalem ve kitabın ilmini vermeseydi, o zaman insanın ilmi yetenekleri yayılmazdı. Gelecek nesillere ulaşamazdı. Böylece ilerleme mümkün olmazdı.
6. Yani insan aslında ilimsizdir. Ancak Allah’ın ihsanı sayesinde onda ilim hasıl olmuştur. Allah’ın lütfuyla insana her merhalede ilim verilmiştir. Ve ilim kapıları da birbiri ardına açılmıştır. Aynı durum Ayet el-Kursi’de de gözükmektedir.”O’nun ilminden ancak kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kazanamazlar.” (Bakara 255)
İnsanın ilmi gelişme zannettiği, aslında kendisinde ilim yokken Allah’ın, istediği zaman ve ona hissettirmeden ilim vermesidir.
Buraya kadar açıklananlar, Rasulullah’a ilk defa nazil olan ayetlerdir. Hz. Aişe’nin rivayetine göre, bu ilk tecrübe Rasulullah için o kadar ağırdı ki, ona tahammül edememişti. Onun için bu seferlik inandığı Rabb ile doğrudan muhatap olduğu belirtilmekle yetinilmiştir. Böylece vahyin sık sık gelmesi de başlamış oldu. Rasulullah artık Nebi olarak tayin olmuştu. Bundan bir süre sonra Müddessir suresinin başlangıç ayetlerinde nübüvvet verildikten sonra vazifesinin ne olduğu açıklanmıştır. (Bkz. Müddessir suresinin girişi)
7. Yani, İnsana lütfeden Allah’a karşı, cehalet ederek böyle bir tutumda bulunmaktadır. Bunun açıklaması ileridedir.
8. Yani malı, serveti, izzeti, şerefi ve diğer dünyevî şeyleri ona lutfedilmiştir. Şükretmek yerine haddi aşar ve asi olur.
9. Yani, dünyadayken servet ve mal gücüne dayanarak isyan ederse, sonunda Rabb’ine döndüğünde bu tutumunun sonucunu anlayacaktır.
10. “Kul” dan kasıt, Rasulullah’tır. Kur’an-ı Kerim’in pek çok yerinde Rasulullah’tan bu şekilde söz edilmiştir. Mesela İsra suresinde, “Eksikliklerden uzaktır. O (Allah) ki geceleyin kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksa’ya yürüttü.” (İsra, 1) buyurulmuştur. Kehf suresi birinci ayette de şu şekilde ifade edilmiştir: “O Allah’a hamdolsun ki, kuluna Kitab’ı indirdi.” Cin suresinde ise şöyledir: “Allah’ın kulu kalkıp O’na yalvarınca üzerine üşüştüler. (Cin, 19) Bundan anlaşılıyor ki, bu ifade özel bir üsluptur. Ve Allah (c.c.) Kitabında Rasulullah için kullanılmıştır. Ayrıca bu ayetten şu da anlaşılıyor; Allah (c.c.) Rasulullah’a risalet verdikten sonra namaz kılmasını öğretti. Namaz kılmanın şekli hakkında Kur’an’ın hiç bir yerinde açıklama yoktur. Dolayısıyla bu da Rasulullah’a sadece Kur’an’da yazılı olan vahyin dışında bazı talimatlar verildiğinin de işaretidir.
11. Öyle anlaşılıyor ki, burada her insaflı insan muhatap kabul edilmiştir. Onlara şöyle sorulmaktadır: Allah’a ibadet eden kullara engel olan o kişinin hareketini gördünüz mü? İnsanları Allah’tan korkutan, onların kötü işlerine engel olmaya çalışan kulun doğru yolda olmadığını ne biliyorsun? Bu kişi Hak’kı yalanlayarak ona karşı koymakta ve onu yalanlamaktadır. Bu ne biçim bir harekettir? Bu kul (Rasulullah) iyi işler yapmaktadır. Diğeri ise Hakkı yalanlayarak yüz çevirmektedir. Eğer Allah (c.c.) dilese bu şahıs bu tutumlarını sürdürebilir mi? Burada zalimin zulmünü ve mazlumun mazlumiyetini Allah’ın gördüğü belirtilerek şu sonuca varılmıştır: Zalim cezalandırılacak ve zulme uğrayana da yardım edilecektir.
15 Hayır;12 eğer o, (bu tutumuna) bir son vermeyecek olursa, andolsun, onu perçeminden tutup sürükleyeceğiz;
16 O yalancı, günahkâr olan alnından.13
17 O zaman da meclisini (yakın çevresini ve yandaşlarını) çağırsın.14
18 Biz de zebanileri çağıracağız.15
19 Hayır; ona boyun eğme (Rabbine) Secde et ve yakınlaş.16
AÇIKLAMA
12. Hz. Muhammed (s.a) namaz kılarsa onun ensesine ayağını basacağı tehdidini savuran bu şahıs, kesinlikle bunu yapamıyacaktır.
13. “Alın”dan kasıt, o alnın sahibidir.
14. Girişte açıkladığımız gibi, Ebu Cehil’in tehdidine karşı Rasulullah onu terslediğinde şöyle demişti: “Ey Muhammed! Sen kime güvenerek beni korkutuyorsun? Tanrıya yemin ederim ki, burada en fazla yardımcısı olan benim.” Bunun üzerine şöyle buyurulmuştur: “O himaye edicilerini çağırsın.”
15. Buradaki “zebaniye” kelimesi Katade’nin açıklamasına göre Arap dilinde “polis” için de kullanılır. “zeban”ın asıl manası, “iten kimse”dir. Padişahların yanında görevli olan zebanlar, padişah bir kimseye darıldığında onu iterek dışarı çıkarırlardı; bu nedenle anlamı şudur: O kendini himaye edenleri çağırsın, biz de kendi polislerimizi, (yani azap eden meleklerimizi) Onun yardımcıları ile hesaplaşsın diye çağırırız.”
16. “Secde”den kasıt, namazdı. Yani “Ey Nebi! korkma namaz kılmaya devam et ve bu vasıtayla Rabb’ine yaklaş. “Bir kulun Rabb’ine en yakın anı, secde ettiği andır.” Müslim’de yine Ebu Hureyre’den şu rivayet de mevcuttur: “Rasulullah bu ayeti okuduğunda tilavet secdesi yapardı.”