Büyük Türk şair, mutasavvıf, bilgin ve fikir adamı Mevlana Celaleddin Rumi, 30 Eylül 1207 yılında Afganistan Horasan’ın Belh şehrinde doğmuştur. Mevlana, 13. yüzyılda yaşamıştır. Mevlana’nın babası Bahaeddin Veled, annesi Mümine Hatun‘dur. Babası, devrinin en büyük bilginlerindendir. Annesi Mümine Hatun ise Harzemşahlar imparatorluk hanedanından bir prensestir.
Mevlana, Anadolu’ya yerleşip ün kazandığı için “Rumi” (Anadolulu) diye anılmıştır. “Mevlana” kelimesi ise “efendimiz” demektir; gerek hayatında, gerekse ölümünden sonra saygı makamında böyle anılmış, asıl adı, bu lakabın yanında unutulmuştur. “Molla Hünkâr, Hüdavendigâr, Mevlây-i Rûm (Anadolu’nun efendisi), Mevlevi” şeklinde de anılır.
Bahaettin Velet, manevi nüfuzundan çekinen Harzemşahlar’la arası açılıp, Belh’ten ayrıldığı sırada Mevlânâ pek küçük bir çocuktu. Babası ile İran’dan ve Bağdat’tan geçip Hicaz’a geldi; hac töreninden sonra, Şam yolu ile Anadolu’ya geçtiler.
En güzel Mevlana sözleri sayfası için Tıklayın!
Anadolu Selçuklu İmparatorluğunun ihtişamlı çağıydı. Devlet merkezi Konya’da Bahaettin Velet, pek büyük bir saygıyla karşılandı. Bu sırada Mevlânâ 21 yaşında bulunuyordu (1228). Konya’ya gelmeden Anadolu’nun birçok yerlerini gezmişlerdi. Bu sıralarda Karaman şehrinde Mevlânâ, Şerefettin Semerkandî’nin kızı Gevher Hatun’la evlendirîldi. Annesi Mümine Hatun da bu şehirde ölmüştür. Bahaettîn Velet, 23 şubat 1231 ‘de Konya’da vefat etti. . Mevlânâ, babasından ve gittikleri her yerde en büyük bilginlerden son derece mükemmel bir tahsil ve terbiye görmüştü. İnsanlığın milyonlarda bir ihtimalle mazhar olduğu bir dehaya sahip bulunan genç bilgin, aynen babasının gördüğü itibara nail oldu. Konya’da en yüksek dereceli medreselerde ders vermeye başladı.
Mevlânâ öğrencilerine bir hocadan çok bir uyarıcı gibi davranıyor, etrafına topladığı seçkin zümreye pek aydın ufuklar gösteriyor, Selçuklu İmparatoru’nu, vezirlerini de aydınlatmaya çalışıyordu.
Mevlânâ ve Tebrizli Şems
1244’te Konya’ya gelen Tebrizli Mehmet Şemsettin adında esrarlı, pek yüksek fikir ve hislere sahip bir derviş, Mevlânâ’nın hayatını tamamen değiştirdi. Mevlânâ 37 yaşına kadar ciddî, büyük bir bilgindi; bir fikir adamıydı. Tebrizli Şems’in gelişi Mevlânâ’nın duygu âlemini altüst etti, onu bir gönül adamı yaptı. Mevlânâ daha çocukken bu dervişle Şam’da kısa bir müddet görüşmüştü. Bu sefer Şems, Mevlânâ’daki deha ateşini tamamen tutuşturdu. Onun Şems’ten başka herkesi ihmali, kendisini sevenleri, öğrencilerini son derece müteessir etti. Bunlar hatta Şems’i ölümle tehdit ettiler. Bu durumdan sıkılan Şems, 1246’da Konya’dan gizlice Şam’a kaçtı.
Mevlânâ, Şems’le 15 aylık sohbete doyamamıştı. Onun gitmesiyle perişan oldu. Bu sonucu beklemeyen öğrencileri, pişman oldular. Şam’da olduğu öğrenilen Şems, Mevlânâ’nın birçok mektupları, sonunda oğlu Sultan Velet’in 20 kişilik bir kafileyle Şam’a gelip yalvarmaları üzerine 1246 sonunda, ayrıldığından 9 ay sonra, Konya’ya döndü. Konya’nın, hatta Anadolu’nun en yüksek tabakası, Mevlânâ gibi bir adamın bu kadar saygı gösterdiği Şems’in meclisine devama başladılar. Fakat Mevlânâ artık ders vaiz vermiyordu, iç âlemine dalmıştı. Öğrenci ve müritleri bu durumdan da memnun olmadılar, Bu kuvvetli memnuniyetsizlik karşısında Şems, 1247’de birdenbire, esrarengiz şekilde, bir daha bulunmamak üzere ortadan kayboldu; Mevlânâ da artık onu bulamadı.
Bundan sonra bambaşka bir gönül adamı olan Celâlettin Rumî, kendini tamamen şiir ve semâ’a verdi. Kendisini Şems’le aynı varlık halinde görmeye, şiirlerinde onun adını kendi adıymış gibi zikre başladı.
1254’ten sonra Mevlânâ’nın gözde müridi Konyalı bir kuyumcu olan Salâhattin Zerkûb’dur. Bunun kızı Fatma Hatun’la Mevlânâ’nın oğlu Sultan Velet evlenmişlerdir. Salâhattin ölünce yerine Türk Ali oğlu Mehmet oğlu Urmiyeli Hüsamettin Çelebi geçmiştir.
Mevlânâ’nın Ölümü
Mevlânâ, 17 aralık 1273’te, 66 yaşında Konya’da öldü. Hastalığı, yüksek ateş yapan bir karaciğer rahatsızlığıydı. Cenazesinde, Hıristiyan ve Yahudiler de dahil olmak üzere bütün Konya halkı bulundu. Türbesini Selçuklu veziri Alemettin Kaysar, mimar Tebrizli Bedrettin’e yaptırdı. Ondan sonra muhtelif hükümdar ve padişahlar türbeye ve müştemilâtına önemli ekler yaptırmışlar, onarmışlardır, bu arada II. Selim, 2 minareli büyük Selimiye Camisi’ni yaptırmıştır. Muhteşem sandukası üzerindeki Örtü, son defa 1894’te II. Abdülhamit tarafından yaptırılmıştır. Bu örtü, siyah kadife üzerine altın ibrişimle işlenmiştir. Padişahlar Konya’dan doğu seferlerine çıkarlarken, bu sandukanın saçaklarını öperlerdi. Türbe bugün de dünya ölçüsünde bir ziyaret yeridir.
Mevlânâ’dan sonra yerine müritlerinden Hüsamettin Çelebi geçti, ölümüne kadar (1284) 11 yıl bu mevkide kaldı. Ancak ondan sonra Mevlânâ’nın oğlu Sultan Velet, sonradan «Mevlevî» denilecek tarikatın başına geçmiştir. Tarikatin gerçek kurucusu, teşkilâtlandırıcısı ve düzenleyicisi, büyük şair, bilgin ve fikir adamı Sultan Velet’tir.
Mevlana’nın başlıca eserleri: Mesnevi, Divan-ı Kebîr ve Mektubat’tır.
Mevlânâ’nın Şahsiyeti
Mevlânâ, pek kaba sofular hariç, İslâm ve gayri islâm bütün beşeriyet tarafından beğenilmiş bir fikir ve sanat adamıdır. Büyük İngiliz Doğu Bilimcisi A. J. Arberry onun için “dünyanın en büyük şairlerinden biri, eğer en büyüğü değilse…” hükmünü vermektedir. Goethe’den başlayarak birçok büyük şairler arasında Mevlana hayranlığı yaygındır. Rembrandt onun bir tablosunu yapmaktan kendini alamamıştır. Mevlana’da şahıs hürriyetine, fikir hürriyetine verilen olağanüstü değer, insanı adeta kutsal bir varlık derecesine yükseltmiştir. O, hiçbir doğuş farkı, sonradan edinilmiş hiçbir haslet farkı tanımadan bütün beşere değer verir. En kötü insanı bile bağışlanmaya, sevgiye layık görür. Tanrı aşkının insanı ne derece yücelttiğini, temizlediğini, tamamen dehasına has bir söyleyişle belirtmiştir. İran ve Türk şairleri arasında kimse onun ateşli lirizminden uzak kalamamış, Mevlana yüzlerce büyük Doğulu şaire feyiz kaynağı olmuştur.. Hindistan Müslümanları arasında da büyük etki yapmış ve dinamik felsefesiyle İslâm âleminin uyanışında yüzyılların ötesinden seslenen bir mütefekkir olarak görünmüştür. Muhammet İkbal’in düşünüş sistemi, geniş ölçüde Mevlana’ya dayanmaktadır. Kurulmasına amil olduğu tarikat, tamamen Türk tarikatı olarak, Türk kültürüne ölçülemeyecek kadar büyük hizmetlerde bulunmuştur.
Mevlânâ önce Gevher Hatun’la evlenmiş, onun ölümünden sonra, dul bir kadın olan Cerâ Hatun’u almıştır. İlk zevcesinden Sultan Velet ile Alâettin Çelebi, ikincisinden de Muzafferettin Emîr Alim Çelebi ile Melike Efendi ve Bula Hatun doğmuşlardır. Mevlânâ soyu, Sultan Velet’in oğlu Celâlettin Feridun Ulu Arif Çelebi’den yürümüştür. Bu soydan sadrazamlar, şeyhülislamlar, devlet adamları, her alanda büyük sanatkarlar yetişmiştir. Nesli devam etmektedir.
Mevlana’da Türklük sevgisi çok kuvvetlidir. Türk ırkını övmekten hoşlanır. O yüzyılda Anadolu’da Türkçe’nin ileri bir şiir dili olarak henüz gelişmemiş olması yüzünden Farsça söylediğine üzülür: «Aslem Türk – est egerçî hindû- gûyem» (Her ne kadar Farsça söylüyorsam da, aslım Türk’tür) mısrası ünlüdür.
MEVLANA ŞİİRLERİ
BEN BENDE DEĞİL
Ben bende değil, sende de hem sen, hem ben,
Ben hem benimim, hem de senin, sen de benim,
Bir öyle garip hale bugün geldim ki
Sen benmisin, bilmiyorum, ben mi senim.
ETME
Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun, etme.
Başka bir yar, başka bir dosta meylediyorsun, etme.
Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı?
Hangi hasta gönüllüyü kastediyorsun, etme.
Çalma bizi, bizden bizi, gitme o ellere doğru.
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun, etme.
Ey ay, felek harab olmuş, altüst olmuş senin için…
Bizi öyle harab, öyle altüst ediyorsun, etme.
Ey, makamı var ve yokun üzerinde olan kişi,
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun, etme.
Sen yüz çevirecek olsan, ay kapkara olur gamdan.
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun, etme.
Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan.
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun, etme.
Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer;
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, etme.
Ey, cennetin cehennemin elinde oldugu kişi,
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun, etme.
Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize,
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun, etme.
Bizi sevindiriyorsun, huzurumuz kaçar öyle.
Huzurumu bozuyorsun, sen mahvediyorsun, etme.
Harama bulaşan gözüm, güzelliğinin hırsızı.
Ey hırsızlığa Mevlana Şiirleri da değen hırsızlık ediyorsun, etme.
İsyan et ey arkadaşım, söz söyleyecek an değil.
Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun, etme
BU AYRILIK
Kusuruma bakmayın benim, dostlar,
bağışlayın beni.
Ben davullara, bayraklara aldırmayan
bir padişahın yoluna düşmüşüm,
deli divane olmuşum.
Çok uzaklardan yürüyen bir adam gibiyim ben,
çok uzaklardan geçen bir hayal gibi.
Ama yok da sayılmam hani,
var olan bir şeyim ben.
Haydi ben bensiz geleyim,
sen sensiz gel.
Ne varsa şu ırmağın içinde var,
soyunalım iki can,
dalalım şu ırmağa, hadi.
Bu kupkuru yerde yakınmadan gayri ne gördük,
bu kupkuru yerde ne gördük zulümden gayri.
Bu ırmakta ne ölmek var bize,
bu ırmakta ne gam var, ne keder var, ne dert.
Bu ırmak alabildiğine yaşamaktan,
bu ırmak iyilikten, cömertlikten ibaret.
Durma, çabuk gel, gelmem deme.
Ne evet demek yaraşır sana, ne hayır, dostum,
senin şânına sadece gelmek yaraşır.
BİRLİĞE ULAŞ
Beri gel, daha beri, daha beri.
Bu yol vuruculuk nereye dek böyle?
Bu hır gür, bu savaş nereye dek?
Sen bensin işte, ben senim işte.
Ne diye bu direnme böyle, ne diye?
Ne diye aydınlıktan kaçar aydınlık, ne diye?
Topumuz bir tek olgun kişiyiz, bir tek,
ne diye böyle şaşı olmuşuz, ne diye?
Zengin yoksulu hor görür, ne diye?
Sağ soluna yan bakar, ne diye?
İkisi de senin elin, ikiside,
peki, kutlu ne, kutsuz ne?
Topumuz bir tek inciyiz, bir tek.
başımız da tek, aklımız da tek.
Ne diye iki görür olup kalmışız
iki büklüm gökkubbenin altında, ne diye?
Sen habire gevele dur bakalım,
habire ‘usul boylu birlik çam ağacı’ de,
sonu nereye varır bunun, nereye?
Şu beş duyudan, altı yönden
varını yoğunu birliğe çek, birliğe.
Kendine gel, benlikten çık, uzak dur,
insanlara karıl, insanlara,
insanlarla bir ol.
İnsanlarla bir oldun mu bir madensin, bir ulu deniz.
Kendinde kaldın mı bir damlasın, bir dane.
Erkek arslan dilediğini yapar, dilediğini.
Köpek köpekliğini ede durur, köpekliğini.
Tertemiz can canlığını işler, canlığını.
Beden de bedenliğini yapar, bedenliğini.
Ama sen canı da bir bil, bedeni de,
yalnız sayıda çoktur onlar, alabildiğine,
hani bademler gibi, bademler gibi.
Ama hepsindeki yağ bir.
Dünyada nice diller var, nice diller,
ama hepsin de anlam bir.
Sen kapları, testileri hele bir kır,
sular nasıl bir yol tutar, gider.
Hele birliğe ulaş, hır gürü, savaşı bırak,
can nasıl koşar, bunu canlara iletir.