MÜRSELÂT SURESİ
Adı: Bu sure, adını birinci ayette geçen “murselât” kelimesinden almıştır.
Nüzul Zamanı: Surenin konusundan, Mekke döneminin başlarında nazil olduğu anlaşılmaktadır. Bundan önceki iki sure olan Kıyamet ve Dehr Sureleri ile, sonraki iki sure olan Nebe’ ve Naziat Surelerini birleştirerek okursak, Mürselât da dahil bütün bu surelerin aynı dönemde nazil olduğu sonucuna varırız. Mürselât Suresi, aynı konuyu çeşitli açılardan Mekke’lilerin zihinlerine yerleştirmek istemiştir.
Konu: Bu sure, kıyamet ve ahiretin varlığını ispat etmeyi esas alır. Ayrıca bu gerçekleri inkar ya da ikrar edenlerin sonunun ne olacağı hakkında bilgi verilmektedir. İlk yedi ayette rüzgarlara yemin edilmesi, Kur’an ve Hz. Muhammed’e (s.a) kıyamet hakkında verilen bilginin gerçek olduğuna, bunun yanısıra kıyametin muhakkak vukubulacağına dikkat çekmek içindir. Kıyametin gerçekleşmesinin delili, yeryüzünde hayret verici bir nizam kuran Kadir-i Mutlak’ın bundan aciz olmadığıdır. Apaçık hikmete dayanan bu nizam, ahiretin muhakkak gerçekleşeceğine şehadet etmektedir. Çünkü hikmet sahibi olan Allah, hiçbir şeyi maksatsız ve abes yere yaratmaz. Eğer ahiret olmasaydı bütün kainat anlamsız olurdu.
Mekkeliler tekrar tekrar “kıyamet dediğin şeyi getir, ne zaman gelecek?” diyorlardı. Kur’an, 8. ayetten 15. ayete kadar Mekkelilerin bu talebini zikretmeden, kıyametin bir oyun olmadığını, dolayısıyla her maskaranın isteği ile hemen gerçekleşmeyeceğini belirtmiştir.
Kıyamet günü, bütün insanlığın yaptıklarının ceza ve mükafat günüdür. Bu nedenle Allah belli bir gün tayin etmiştir. O gün, ancak kararlaştırılmış anda gelecektir. Kıyamet günü ile alay eden kafirler, o korkunç olayla karşılaştıklarında dehşete kapılacaklardır. O gün, kıyamet hakkında kendilerine bilgi getiren ancak yalanlanan Rasuller, Allah’ın huzurunda onların sonlarına şehadet edeceklerdir. O zaman kafirler sonlarını, felaketlerini kendi elleriyle hazırlamış olduklarını bileceklerdir.
Kur’an, 16. ayetten 28. ayete kadar sürekli, kıyamet ve ahiretin vuku ve gerekliliği hakkında deliller vermiştir. İnsanlığın doğuşu, tarihçesi ve üzerinde hayat sürdüğü yeryüzünün mahiyeti, kıyametin geleceğine ve ahiretin vukuunun da mümkün olduğuna şehadet etmektedir. Bu, Allah’ın hikmetinin gereğidir. İnsanlık tarihi, çeşitli milletlerin, ahireti inkar ettikleri zaman bozguna uğradıklarına ve helak olduklarına şahittir. Buradan şu anlamı çıkarmak mümkündür. Bir milletin tutumu ahiret inancına ters ise, o milletin durumu, kör bir insanın dikkatsiz şekilde karşıdan gelen trene doğru koşması gibidir. Bu insanın sonu nasıl olacaksa söz konusu milletin de sonu öyle olacaktır. İşte ahiret böyle bir gerçekliktir. Ayrıca bu kainatta sadece tabiat kanunu (Phsical laws) geçerli değil, aynı zamanda ahlâkî kanun da (moral laws) yürürlüktedir. Aslında bu dünyada da ceza ve mükafaat gerçekleşebilir. Ancak bunun kendiliğinden ve mükemmel bir şekilde vukubulması beklenemez. Bu nedenle, kainatın ahlâkî kanununun gereği olarak, iyilik ve kötülüğün gerçek karşılığının verileceği ahiret olayının gelmesi gerekir. Dünyada bazıları mükafattan mahrum kalmış ya da cezadan kurtulmuşsa bile sonradan adalet gerçekleşmelidir. Onun için ölümden sonra bir hayat daha olmalıdır. Eğer bir kimse aklını tamamen kaybetmedi ise ve ayrıca dünyadaki doğuşunu düşünürse, kendisini hakir bir nutfeden yaratarak mükemmel hale getiren Allah’ın, insanı tekrar diriltmesinin imkanını inkar edemez. Yaşantısını sürdürdüğünde ölümden sonra parçalarının kaybolacağı da düşünülemez. Çünkü insanın bütün parçaları toprakta mevcuttur. Aynı toprağın hazinesinden vücut bulur, gelişir, büyür ve sonunda yine toprağın bir parçası olarak geri döner. Onu ilk olarak bu toprağın hazinesinden yaratan Allah, tekrar topraktan diriltmeye nasıl kadir olamaz? İnsan eğer Allah’ın kudretini düşünürse bu gerçeği inkar edemez.
Yeryüzünde insana bazı yetkiler verilmesini ve bu yetkileri doğru ya da yanlış kullanımının sonunda bir hesap vermesi gerektiğini hikmetle düşünse bu gerçeği inkar edemez. Çünkü yaptıklarının karşılıksız bırakılması hikmete aykırıdır.
Bundan sonra, 28. ayetten 40’a kadar ahireti inkar edenlerin durumu; 41. ayetten 45.’e kadar da sonlarını düzeltmek için gayret gösteren, fikir, akide, amel, yaşayış ve karakterlerini kötülükten uzak tutan, bu dünyada ne kadar yararlı olursa olsun eğer ahiretine zarar verecekse bu tür bir işten uzak duran iman ehlinin durumu açıklanmıştır.
Sonunda ahireti inkar edenlere, Allah’a itaat etmekten yüz çevirenlere; bu geçici dünyayı kendilerine eğlence edinebilecekleri, ama sonlarının çok korkunç olacağı ikaz edilmiştir. Söze, Kur’an’dan hidayet almayan bir kimseye bu dünyada hiçbir şeyin doğru yolu gösteremeyeceği ile son verilmiştir.
Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla
1 Birbiri ardınca gönderilenlere andolsun;
2 Derken kökünden koparıp savuranlara.
3 Yaydıkça yayanlara,
4 Böylece ayırdıkça ayıranlara,
5 Zikr (vahy, öğüt) bırakanlara;
6 Özür (suçu, eksikliği ortadan kaldırmak) olarak veya uyarıp-korkutmak için.1
AÇIKLAMA
1. Yani, rüzgar gelmediği zaman kıtlık korkusu dolayısıyla bazen kalpleri yumuşar ve Allah’tan af dilemeye başlarlar. Bazen kendilerine yağmur getirdiği için de Allah’a şükrederler. Bazı zaman da rüzgar sert estiği ve fırtına getirdiği için korkarlar. Helak olma korkusundan dolayı Allah’a rücu ederler.
Bu ayetlerde ilk önce, peşpeşe esmeye başlayan ve yağmur getiren rüzgarların tertibi açıklanmıştır. Rüzgarların, bazen fırtına şekline dönüşmesinin ve bulutları yaymasının, sonra da yağmur indirmesinin zikredilmesi huzur veya korku şeklinde kalplerin Allah’ı hatırlaması içindir. Yani böyle bir olayda insanın kalbinde korku oluşur ve dolayısıyle Allah’ı zikretmeye mecbur kalır. Ya da insan, günahlarını itiraf ederek dua eder. Helakten kurtuluş ve merhamet için yağmur vesilesiyle Allah’a yalvarır. Uzun bir süre yağmur yağmasa ve insanlar bir damla suya hasret kalsalar, rüzgarların estiğini ve bulutların geldiğini gören en katı kafirler bile Allah’ı zikretmeye başlarlar. Ancak kıtlığın hafifliği ya da şiddetine göre bu durum farklılık arz eder. Eğer kıtlık hafifse, Allah’ın zikrinden uzak olmayan normal bir insan hemen Allah’ı hatırlar.
Ama diğer insanlar bunu tabiat olayı olarak kabul eder ve korkuya gerek duymazlar. Allah’a yalvarmayı ise hurafe sayarlar. Fakat eğer kıtlık uzun müddet sürmüşse ve ülke felaketle karşı karşıya ise, o zaman en katı kafirler bile Allah’ı hatırlamaya başlarlar. Dil ile ifade etmekten utanırlarsa da, kalpleriyle günahları ve nankörlüklerinden dolayı mahçup olurlar. Bulutları getiren rüzgarların bütün ülkede yağmura vesile olması için Allah’a dua ederler. Bu, özel olarak onların kalplerine Allah’ın bir ilkasıdır. Fırtına büyük bir tufan halini aldığında ve şehirler harap olduğunda ilka “nüzr (korku)” şeklindedir. Yağmur çokça yağdığı ve her yeri sel almaya başladığında en katı kafir bile korku içinde Allah’a yalvarmaya başlar. Böyle bir ortamda korkudan tufan ve seller hakkındaki bilimsel açıklamaları unutur gider.. Rüzgarların tertip edilmesi açıklandıktan sonra, bu rüzgarların huzur ve korku olarak Allah’ı hatırlattığı belirtilmiştir. Diğer bir ifadeyle, dünyada görünen nizam ve kainat, insana sürekli olarak kainattaki yetkilerin tamamen kendi elinde olmadığını hatırlatmaktadır. Ayrıca takdiri tayin eden ve her şeyin üstünde bir güç vardır. O’nun iktidarı o kadar güçlüdür ki, ancak o dilediği zaman tabii unsurlar insana hizmet etmektedir, o istemediği zaman aynı unsurlar insanın felaketine sebep olmaktadır.
Bundan sonra rüzgarlar, vaadedilen kıyametin mutlaka geleceğine işaret olmak üzere bu dünyadaki nizamın varlığına delil gösterilmiştir. Rüzgarlar kıyamete nasıl delil olabilir?
İnsan, kıyamet ve ahiret hakkında genellikle iki soru ile karşıkarşıyadır. Birincisi, kıyametin gerçekleşmesinin mümkün olup olmadığı, ikincisi ise gerçekleşmesinin gerekip gerekmediğidir. Bu iki gerçek hakkında şüpheye düşen veya bunların bir efsane olduğuna inananlara karşı Kur’an’da yer yer kainat nizamı delil gösterilerek kıyametin imkanı ve gerekliliğinin gerçekliği ispatlanmıştır. Bazı yerde de Allah’ın yarattığı evrendeki sayısız eserden bazıları üzere yemin edilerek delil getirilmiş ve kıyametin muhakkak gerçekleşeceği belgelenmiştir. Bu istidlallerde kıyametin vuku bulmasının imkanı üzerine de, gerekliliği üzerine de deliller mevcuttur.
Burada takip edilen istidlal tarzı, rüzgarın esmesi ile yağmurun gelmesine dikkat çekilmesidir. Bu iki olaya işaret edilerek kainat nizamının belli bir kaideye bağlı olduğu, Hakim ve Kadir-i Mutlak’ın tedbiri ile kaim bulunduğu açıklanmıştır. Yani kainat bir tesadüfün sonucu değildir. Bu nedenle yeryüzünde işler kendi kendine yürümemektedir. Sözgelimi, denizlerden buhar yükselir.
Rüzgarlar bunları taşıyarak muhtelif parçalara böler ve yeryüzünün değişik kısımlarına yağmur olarak bırakır. Bu nizam, kör ve sağır bir sultanın kurduğu nizam değildir ki tesadüfi işlemekte olsun. Tersine bu, ciddi ve tam ölçülü tasarlanmış bir nizamdır ve belli kanunlara göre işlemektedir. Bunun için, denizlerden güneşin ısısıyla buhar yükselir ama hiçbir zaman buz olmaz. Bu olay her zaman da böyle olur. Hiçbir mevsimde rüzgarlar buharı yukarıya kaldırmasının tersine denizin içinde bastırılmasına neden olacak şekilde değişik biçimde esmez. Bulutun meydana gelmesine engel olacak böyle bir olay hiçbir zaman cereyan etmez. Dolayısıyla, rüzgarların bulutları kurak bölgelere taşımasının da önüne geçilemez. Bu nedenle yeryüzünde yağmurun yağması kesilmez. Milyonlarca yıldan beri kara veya su aynı şekilde devam etmektedir. Eğer böyle olmasaydı insanın yaşaması imkansız olurdu.
Bu nizamda apaçık bir maksat vardır ve belli bir kanun ve düzene bağlıdır. Açıkça görülmektedir ki, yeryüzünde insan, hayvan, bitki hayatıyla rüzgar ve yağmur arasında derin bir ilişki vardır. Kainat nizamı, suyun yaratılması ve tüm yaratıkların ihtiyacını karşılayacak şekilde takdir edilmesine, ayrıca kesin bir kanuna tabi olmasına apaçık şehadet etmektedir. Bu amaç ve düzen bütün kainat nizamında mevcuttur. İnsanlığın bilimsel ilerlemeleri buna dayanmaktadır. Yeryüzü nizamının hangi gaye için ve hangi usule göre işlemekte olduğunu araştırıyorsunuz. Hangi kanuna tabi olduğunu, ne maksat için yaratıldığını, yaratılış kanunun ışığında çeşitli unsurların kullanımı için yeni yeni yolların neler olduğunu ararsınız. Böylece yeni icatlar yaparak bir medeniyet oluşturursunuz. Eğer dünyanın yaratılmasında bir maksat olduğu ve onun içindeki her şeyin bir kanuna bağlı olarak sürdüğü şekilde zihninizde bir tasavvur olmasaydı, onu nasıl kullanabileceğinize ilişkin bir soru da aklınıza gelmezdi.
Bu dünya ve içindeki herşeyin bir maksadı vardır. Bu dünya ve içindeki herşey bir kanuna bağlıdır. Bu sistem milyonlarca yıldan beri durmadan aynı gaye için ve belli kanuna bağlı olarak yürümektedir. Gördüğü halde, ancak inatçı bir insan bunu inkar edebilir. O insan, kainatı yaratan Alim, Hakim ve Kadir-i Mutlak olan Allah hakkında, yarattıktan sonra kainatı işletebileceğini ancak yok ederek yeniden yaratmaktan aciz olduğunu düşünür. Madde konusundaki yerleşik tasavvur olan, maddenin yok edilemeyeceği düşüncesi, kadim cahillerin en çok güvendikleri delildi.
Ama bilimin gelişmesi bunu da çürütmüştür. Günümüzde maddenin enerjiye çevrilebileceği gerçeği, bilimsel olarak kabul edilmiştir. Kuvvetin de madde şeklini alabileceği artık bilinmektedir. Bunun için Hayy ve Kayyum (diri ve her şeyi koruyan) olan Allah’ın, istediği zamana kadar maddi dünyayı devam ettireceği, ne zaman onu bir enerjiye tebdil etmek isterse bir işaretin yeteceği, diğer bir işareti ile de aynı şekilde aynı maddi şekle sokabileceği ilim ve akla uymaktadır.
Bu da, hiçbir ilmi ve akli delile dayanarak inkar edilemeyecek olan kıyametin imkanı hakkındadır. Diğer soru, insanın iyi amellerine mükafat, kötü amellerine ise ceza görebilmesi için kıyametin muhakkak vukubulması hakkındadır. Bir kimse insanın ahlâki sorumluluğuna kail ise ve iyi bir işe karşı mükafat, suça karşı da ceza verilmesini ahlâki sorumluluğun gereği olduğunu söylüyorsa, bu düşüncenin sahibi ahiretin muhakkak olduğunu kabul etmek zorunda kalır. Dünyada her suça tamtamına ceza ve her iyi amele tamtamına mükafat verebilecek hiçbir toplum ve devlet yoktur. Bu demektir ki bir suçlunun kendi vicdanî ızdırabı yeterli cezadır, bir iyilik yapan için de vicdanî tatmin yeterli bir mükafattır. Bu, şüphesiz yanlış bir sözdür. Mesela bir kimse suçsuz bir insanı öldürmüşse ve katil de hemen sonra herhangi bir kaza dolayısıyla ölmüşse, bu kişi o suçtan ızdırab çekmek için ne zaman fırsat bulacak ki? Veya bir şahıs hak ve adalet için savaşmış ve savaşta bir bomba ile parçalanmış, ölmüşse bu kişi kalbinde itminan oluşması ve yüksek bir amaç uğrunda can verdiği için onun mükafatını görmesi ne zaman gerçekleşecek?
Görülüyor ki, ahiret inancından kaçış için öne sürülen bütün deliller gülünçtür. İnsanın akıl ve mantığının gereğidir ki, kendi fıtratı adalet ister. Ama dünyanın mevcut hayatında adaleti yerine getirmek ve tamtamına ceza ve mükafat vermek mümkün değildir. Bu, ancak ahirette vukubulabilir. Adalet ancak Alim ve Habir olan Allah’ın emriyle yerine gelebilir. Ahireti inkar etmek aslında adaleti inkar etmektir.
Aklın insanı ulaştırdığı nokta, ahiretin mümkün olduğu ve vukubulması gerektiğidir. Ancak, buna “yakîn” ve bunun “ilm”i sadece vahiy aracılığıyla hasıl olur. Vahiy vasıtasıyla bildirilmiştir: “Size vaad edilen şey muhakkak gerçekleşecektir.” Bu ilmi biz aklî delillerle elde edemeyiz. Ancak bize vahiy aracılığıyla ulaşan bilgi ile kıyametin hakk olduğuna yakîn hasıl edebiliriz. Ayrıca onun mümkün olduğunu ve aynı zamanda gerekliliğini biliriz.
7 Şüphesiz, size vadedilmekte olan 2gerçekleşecektir.3
8 Yıldızlar ‘örtülüp (ışıkları) silindiği zaman,4
9 Gök yarıldığı zaman5
10 Dağlar, kökünden sökülüp savurulduğu zaman,
11 Ve peygamberler de (şahidlik için) belli bir vakitte getirildiği zaman6
AÇIKLAMA
2. İkinci olarak da bu mefhum “korkutulduğumuz şey” olabilir. Bundan maksat, kıyamet ve ahirettir.
3. Burada kıyametin vukubulması için beş şeye yemin edilmiştir. Birincisi, peşpeşe ve iyilik için gönderilenlere, ikincisi, şiddetli esenlere, üçüncüsü, yayayanlara, dördüncüsü, ayıran, parçalayana; beşincisi, hatırlamayı ilka edene. Bu ifadelerde sıfatlar beyan edilmiş, ancak neyin sıfatları olduğu açıklanmamıştır. Bu nedenle müfessirler arasında bu beş sıfatın aynı veya ayrı ayrı şeyler olduğu, ya da o şey veya şeylerin neler olduğu konusunda ihtilaf vardır. Bir grup şöyle diyor: “Bu beş şeyden kasıt rüzgardır.” Diğer bir grup: “Bunlar meleklerdir” diyor. Üçüncü bir grup: “İlk üçten kasıt rüzgar, diğer ikisinden kasıt meleklerdir.” diyor. Dördüncü grup: “İlk ikiden kasıt rüzgar, diğer üçünden kasıt meleklerdir.” diyor. Bir görüş de: “Birinciden kasıt rahmet melekleri, ikinciden kasıt azab melekleri ve diğer üçten kasıt Kur’an’ın ayetleridir” diyor. Bizim görüşümüz, dikkat edilmesi gereken ilk noktanın, cümlenin gelişinde sıfatların arka arkaya ve arada hiç boşluk olmadan beyan edilmiş olmasıdır. Bir şeyin sıfatı bitip diğeri başlamamıştır. Bu nedenle, sadece kıyasa dayanarak bu sıfatlar hakkında, değişik şeylere yemin edildiğini söylememiz doğru olmaz. Bu söz dizimi bütün ibarenin sadece bir şeyin sıfatı olduğunu aksettirir. Kur’an-ı Kerim nerede bir gayri mahsusa (görünmeyen, hissedilmeyen) gerçek hakkında şüpheye düşenlere karşı bazı şeylere yemin etmişse, bu delil getirmek içindir. Yani, bir gayri mahsus şeyi ispatlamak için bir diğer gayri mahsus şeyin delil olarak ileri sürülmesi doğru olmaz. Bir gayri mahsus gerçeğin ispatlanması için bir mahsus (görünen) şeyin ileri sürülmesi daha uygun olur.
Bu nedenle benim görüşüm, söz konusu sıfatlardan kasıt rüzgarlardır. Bu beş sıfattan maksat meleklerdir diyen tefsir de doğru değildir. Çünkü melekler de kıyamet gibi gayri mahsustur.
Şimdi kıyametin vukuu hakkında rüzgarların nasıl delil olabileceğini düşünelim. Yeryüzünde hayvan ve bitki hayatının mümkün olabilmesinin en önemli sebebi havadır. Her çeşit hayatın özellikleri kendi kendine bir Kadir-i Mutlak, Hikmet sahibi Sanatkâr’ın bu dünyada hayatı meydana getirmeyi irade etmesi sonucu ve yaşayan mahlukatın varlığını devam ettirebilmesi için gerekli olan her şeyi yaratmış olduğuna; ayrıca yaratıkların ihtiyacına göre meydana getirdiğine şehadet eder. Allah bu dünyayı hava ile örtmüş ve kendi hikmet, kudreti ile bu rüzgarlara sayısız keyfiyet vermiştir. İşte bu nizam milyonlarca yıldan beri devam etmektedir. Bundan dolayı mevsimler değişir. Hava, bazı zaman sıkıntılı, bazı zamanda serin rüzgarlıdır. Bazı zaman sıcak, bazı zaman serttir. Bazen bulutları getirir, bazen de götürür. Bazen çok serin hava, bazen de şiddetli tufan olur. Kimi zaman yağmur yağar, kimi zaman da kıtlık meydana gelir. Kısacası hava, çeşitli şekillerde eser ve rüzgar belli bir maksadı yerine getirir. Bu nizam Allah Teâlâ’nın galip kudretinin ispatıdır. Eğer hava olmasa idi bu dünyada hayat diye bir şey olmazdı. Bu nizam aynı zamanda, Allah’ın onu yok edebileceğinin ve yok ettikten sonra yine aynı kemal düzeyinde ve hikmete dayalı olarak var edebileceğinin ispatıdır da. Ancak ahmak bir insan bütün sistemin ve nizamın eğlence olduğuna karar verebilir ve onu amaçsız sayar. Böyle hayret verici nizam karşısında insan o kadar çaresizdir ki, o kendi yararı için istediği zaman rüzgar estiremez ve kendisi için felaket olan tufanı da önleyemez. O ne kadar da utanmaz, şuursuz, inatçı olursa olsun rüzgarlar kimi zaman ona, her şeyin üstünde kahhar bir iktidarın hüküm sürmekte olduğunu hatırlatır. Bu iktidar, hayatın en büyük kaynak yeri olan rüzgarları isterse rahmetine, isterse felaketine sebep kılar. İnsan O’nun bu kararını önlemek gücüne sahip değildir. (Bkz. Zariyat an: 1-4)
4. Yani, Nuru kaybedecekler ve onlar için aydınlık kaybolacaktır.
5. Yani, şimdi kaim olan ve bu nedenle yıldız ve gezegenlerin kendi yörüngesinde hareket ettiği; kainatın da herşeyi kendi sisteminde tuttuğu bu nizam bozulacak ve herşey yerinden kopacaktır.
6. Kur’an-ı Kerim’de pekçok yerde, Allah’ın haşr meydanında bütün insanları kendi huzurunda toplayıp her kavmin peygamberini şahit olarak çağıracağı ve Allah’ın mesajının insanlara ulaşıp ulaşmadığına şehadet ettireceği beyan edilmiştir. Sapık ve suçlu olanların karşısında Allah ilk olarak peygamberleri şahit gösterecek ve en büyük hücceti bu olacaktır. Böylece, sapıklığa düşmelerinin nedeninin kendileri olduğu açığa çıkacaktır. Allah’ın onlara bunu haber verdiği de ispatlanacaktır. (Mesela bkz. Araf 172-173, an: 134-135, Zümer 69, an: 80, Mülk 8 an: 14)
12 (Bu,) Hangi gün için ertelenmişti?
13 (Mü’mini müşrikten, haklıyı haksızdan) Ayırma günü için.
14 Bu ayırma gününü sana ne bildirdi?
15 O gün, yalanlamakta olanların vay haline.7
16 Biz, öncekileri helak etmedik mi?8
17 Sonra arkadan gelenleri onların izinde yürüteceğiz.9
18 İşte biz, suçlu-günahkarlara böyle yapmaktayız.
19 O gün, yalanlamakta olanların vay haline.10
20 Sizi basbayağı bir sudan yaratmadık mı?
21 Sonra onu savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik,11
22 Belli bir süreye kadar;12
23 İşte (buna) güç yetirdik. Demek ki, biz ne güzel güç yetirenleriz.13
24 O gün, yalanlamakta olanların vay haline.14
AÇIKLAMA
7. Yani onlar bu günün geleceği haberini yalan zannetmişler ve Allah’ın, dünyada yaptıklarını karşılıksız bırakacağını, hesap vermeyeceklerini düşünmüşlerdir.
8. Bu, ahiret hakkındaki tarihi istidlaldir. Yani bu dünyada kendi tarihinize bakınız. Ahireti inkar ederek bu dünyayı asıl hayat zanneden ve bu dünyadaki neticeleri, hayr ve şerri ölçü kabul ederek ahlâki değerleri ona bağlayan bütün kavimlerin istisnasız hepsi de helak olmuşlardır.
Bir gerçek olan ahireti hesaba katmadan davrananlar hüsrana uğrarlar. Nasıl ki bir şahıs açık açık gerçeği hesap etmeden, gözü kapalı davranır da zarara uğrarsa, bu da onun gibidir. (Bkz. Yunus an: 12, Neml an: 86, Rum an: 8, Sebe an: 25)
9. Yani, bu bizim sünnetimizdir. Ahireti inkar edenler, helaka uğrayan geçmiş ümmetlerde olduğu gibi, sonunda aynı felakete uğramalarının kaçınılmaz olduğunu göreceklerdir. Bundan önce hiçbir kavim bu akıbetten istisna edilmemiş ileride de olmayacaktır.
10. Bu cümle şu manadadır: Onların dünyadaki sonu, onlara dünyada verilen ceza asıl ceza değildir. Gerçek ceza ve felaket kıyametten sonra olacaktır. Bu, şuna benzetilebilir: Suçlu bir kimse sürekli suç işliyorsa sonunda yakalanarak hapse atılır. Sonra da hakim karşısına çıkarılır. Hakim de onun cezasını karara bağlar ve asıl ceza ondan sonra başlar. Bunun gibi, insanlar için ahirette mahkeme kurulur. O kişiler için asıl felaket günü o gün olacaktır. (Bkz. Araf an: 5-6, Hud an: 105)
11. Yani annenin rahminde hamilelik istikrar bulduktan sonra çocuğu o kadar sağlam yerleştirmiş, bütün imkanlarla onu korumak ve yetişmesi için öyle tedbirler almıştır ki, en şiddetli olay bile, çocuğu ıskat edemez. Suni olarak, yani bugünkü tıbbi ilerlemelere rağmen çocuk aldırmak tehlikeden hâli değildir.
12. Buradaki kelime olan “Kaderin Ma’lum”un anlamı, yalnızca “belli bir süre kararlaştırmak” değildir. Bu kelimenin içeriğinde “ancak Allah’ın bildiği bir müddet” anlamı da vardır. Hiç kimse bir çocuğun anne karnında kaç ay, kaç gün, kaç saat kaç dakika ve kaç saniye kalacağını bilemeyeceği gibi, onun tam doğum vaktinin ne zaman olacağını da bilemez. Vakti Allah tayin etmiştir ve tamtamına ancak O bilir.
13. Bu, hayattan sonraki hayatın varlığına açık bir delildir. Allah buyuruyor ki: Biz sizi hâkir bir nutfeden başlatarak insan olarak yetişmenizi sağlamaya kadir iken, sizi tekrar başka türlü yaratma hususunda niye kadir olmayalım? Bizim yaratışımız sayesinde bugün mevcutsunuz. Bizim kudret sahibi olduğumuzun ispatı da sizin varlığınızdır. Bu durumda, sizi yarattıktan sonra bir kere daha yaratmaktan aciz olmadığımızı bilmelisiniz.
14. Bu cümle şu manadadır: Bu apaçık delil mevcut iken ölümden sonra dirilişi inkar etmektedirler. Bunlar ne kadar alay ederlerse etsinler ve inananlara ne kadar müthiş; örümcek kafalı, hurafeci derlerse desinler; bugün yalanladıkları o müthiş gün geldiğinde göreceklerdir ki o gün onlar için felaket günü olacaktır.
25 Biz yeryüzünü bir toplanma yeri kılmadık mı?
26 Dirilere ve ölülere.
27 Ve onda sabit yüksek dağlar var etmedik mi? Size tatlı bir su da içirmedik mi?15
28 O gün, yalanlamakta olanların vay haline.16
29 Kendisini yalanlamakta olduğunuz (azab)a gidin.17
30 Üç dala ayrılmış bir gölgeye gidin.18
31 Ne gölge altında bulundurur, ne de (yakıcı) alevden korur.
32 Gerçekten o, sanki her biri saray olan bir kıvılcım saçar.
33 Her biri, sanki sapsarı erkek deve sürüleri gibidir.19
34 O gün, yalanlamakta olanların vay haline.
35 Bu, onların konuşamıyacakları bir gündür.
36 Ve onlara, özür beyan etmeleri için izin de verilmez.20
AÇIKLAMA
15. Bu, ahiretin mümkün ve makul olduğunun başka bir delilidir. Yeryüzünde milyonlarca yıldır sayısız mahlukat, her türlü bitki, hayvan ve insan onun kucağında yaşamaktadır. Her türlü mahlukatın ihtiyacı da karşılanmıştır. Yeryüzünün hazinelerinden sürekli imkanlar aktarmaktadır. Aynı yeryüzünde sayısız mahlukat yaşamaktadır. Böylesine benzersiz bir nizamdır ki hepsine aynı toprakta yer bulmaktadır. Yeryüzü, mahlukatın yaşayabilmesi için hazır hale getirilmiştir.
Tam yuvarlak ve boş biçimde yapılmamıştır. Üzerinde yer yer dağlar yaratılmıştır. Mevsimlerin değişikliği, yağmurların yağması, nehirlerin meydana gelmesi ve verimli vadilere ulaşması, kendilerinden kütük elde edilen büyük ağaçların meydana gelmesi, çeşitli maden ve taşlar olması için yüksek dağlar yerleştirilmiştir. Ayrıca yeryüzünün altında tatlı su da yaratılmıştır. Yer üstünde de tatlı sular nehirlere akmaktadır. Denizin tuzlu suyundan; temiz, halis suyun buhar olarak yükselip yağmur olarak inmesi O’nun varlığının delili değil midir? O sadece bunlara kadir değil, aynı zamanda Alim ve Hakim’dir. Bu yeryüzü kaynaklarını ve onun bütün sebeplerini yaratan kudret ve hikmet sahibinin bu nizamı kaldırarak yeni bir tarzda bir dünya kurmaya muktedir olmasını akıl sahibi bir insan niçin anlamakta zorluk çeksin? Üstelik O’nun hikmetinin bir gereği olduğu için bu dünyanın kaldırılıp bir başka hayatın yaratılması lazımdır ki insanın bu dünyada yaptığı amellerinin karşılığı verilsin.
16. Bu cümlenin anlamı şudur: Onlar, Allah’ın kudret ve hikmetinin işaretlerini gördükleri halde, ahiretin imkanı ve vukubulması da akıl dahilinde olmasına rağmen, Allah’ın bu dünyadan sonra başka bir hayat nizamı kuracağını ve O dünyada insanlardan yaptıklarının hesabını soracağını yalanlamakta ve inkar etmektedirler. Onlar bu zanlarıyla yaşamak istiyorlarsa devam etsinler. Sonunda sözü edilen günle karşılaştıklarında ne kadar büyük ahmaklık içine düşerek kendilerine ne büyük felaket hazırladıklarını anlayacaklardır.
17. Şimdi, ahiretin delillerinden sonra, bu olay vukubulduğu zaman inkarcıların sonunun ne olacağı görülmüştür.
18. Gölgeden murad duman gölgesidir. Duman yükseldiği zaman üç kola ayrılacak.
19. Yani her kıvılcım, saray kadar büyük bir ateş olacak. O büyük ateş patladığında her tarafa yayılan kıvılcımlar sarı develerin zıplaması gibi görünecek.
20. Bu onların son durumu olacaktır. Cehenneme girmeden önceki son durum. Ondan önce haşr meydanında pek çok mazeret ileri sürecekler. Kendi suçlarını birilerine yükleyecekler ve kendilerinin masum olduğunu ispata gayret edecekler. Kendilerini saptıranlara küfredecekler. Hatta bazıları, Kur’an’ın pek çok yerinde bildirildiği gibi utanmadan suçlarını inkar etmeye çalışacaklar. Ama onların elleri, ayakları ve bütün organları kendilerine karşı şehadet edecek. Suçları tamamen ispatlandıktan, adalet ve hak bakımından hiçbir yönden eksiklik kalmadıktan sonra suçlarına ceza bildirilecek. O zaman onlara hiç söz hakkı kalmayacak. Hiç bir mazeretleri kalmayacak. Özür ileri sürmelerine imkan ve kendilerini müdafaaya izin verilmeyecek. Bu, onların müdafaadan mahrum bırakıldıkları anlamına gelmez. Asıl olarak söylenmek istenen, bütün suçları ispatlandıktan sonra hiçbir delilleri kalmayacağıdır. Böylece onların ağızları kapatılmış olacak.
37 O gün, yalanlamakta olanların vay haline.
38 Bu, hüküm günüdür; sizi ve öncekileri ‘bir arada topladık.’
39 Şayet kurabileceğiniz hileli bir düzeniniz varsa, durmaksızın bana karşı kurun.21
40 O gün, yalanlamakta olanların vay haline.
41 Şüphesiz muttaki olanlar,22 gölgeliklerde ve pınar-başlarındadırlar;
42 Ve canlarının çekip-arzu ettiği meyveler (arasındadırlar).
43 Yapmakta olduklanıza karşılık olmak üzere, afiyetle yiyin ve için.
44 Elbette biz, ‘iyi ve güzel’ davrananları işte böyle ödüllendirmekteyiz.
45 O gün, yalanlamakta olanların vay haline.23
46 (Sizler de dünyada) Yiyin24 ve biraz da meta alıp-yararlanın.25 Çünkü siz, suçlu günahkar olanlarsınız.
47 O gün, yalanlamakta olanların vay haline.
48 Onlara: “Rükü edin”26 denildiği zaman, rükü etmezler.
49 O gün, yalanlamakta olanların vay haline.
50 Artık onlar, bundan sonra hangi söze inanacaklar?27
AÇIKLAMA
21. Yani dünyada siz çok hile yapardınız. Şimdi burada hiçbir hile ile benden kurtulamayacaksınız.
22. Bu kelime burada, “Mükezzibin” (yalanlayanlar) karşılığında kullanılmıştır. Onun için “muttakiler”den murad, ahireti yalanlamaktan kaçınan, onu kabul edip dünyadaki hayatını ve söz ve fiillerinin hesabını vereceğinin idrakinde olarak sürdürenlerdir.
23. Bu cümle şu manadadır: Onların başına yukarıda sözü edilen âfet gelecektir. Haşr meydanında suçlu olarak bulunacaklar ve suçlarını inkar etmelerine fırsat tanınmadan suçlulukları ispatlanacaktır. Sonunda cehenneme yakıt olacaklardır. Onlara âfet üzerine âfet verilecektir. Ahmak, dar kafalı ve gerici olarak niteledikleri, alay edip hakir ve zelil gördükleri iman edenler ise cennette lütuf içinde olacaklardır.
24. Hulasa olarak, burada sadece Mekke’deki kafirler değil bütün dünyadaki kafirler muhatap kabul edilmiştir.
25. Yani dünya geçici hayattır.
26. İbadet sadece Allah huzurunda eğilmeye değil, aynı zamanda O’nun gönderdiği peygamberlere, indirdiği kitaplara inanmaya ve itaat etmeye de şamildir.
27. Yani en büyük olay, insana hak ve batıl arasındaki farkı anlatan Kur’an’ın nazil olmasıdır. Kur’an’ı okuyarak ve dinleyerek iman etmeyen bir kişiye başka hangi şey doğru yolu gösterebilir?